Burak Çevik
Raskol’u Beklerken’in çekim süreci nasıldı?
Can Eskinazi
Burak [Fidan] ile buluştuğumuz bir gün, ‘‘Hadi Lale’ye [Müldür] gidelim, film çekelim!’’ dedi. Benim kameram yanımda yoktu. Bunu söyleyince, Burak da ‘‘Lale’de var.’’ dedi ve biz de Lale’ye gittik. Ben, Lale’nin kamerasını alıp hiçbir şey planlamadan çekmeye başladım. Burak ve Lale zaten bir şiir üstünde çalışıyordu. Hepimiz yarı oyun yarı ciddi bir şekilde takılmaya başladık.
Burak Çevik
Bu söylediğin aklıma Yoel’in [Meranda] bahsettiği bir şeyi getirdi. Onun anlattığına göre, bir gün bir şey çekmişsiniz ve sen yönetmen olarak adını yazmak istememişsin çünkü çektiğin şeye denk geldiğini ve sadece şans eseri orada bulunarak kayıt ettiğini söylemişsin. Bir nevi kayıt ettiğin şeye vesile olma hâli.
Can Eskinazi
Bu bahsettiğin, ‘İzliyorum’ bölümlerinin ilkinde olmuştu. Ben adımın yönetmen olarak geçmesini istemiyordum çünkü ilk defa kendi planlamadığım, düşünmediğim ve orada kurduğumuz bir ortamdan çıkan bir şey ile karşı karşıyaydım. Buna tam olarak ortak bir çalışma da diyemeyiz; kazalar, arayışlar sonucu ortaya bir şeyler çıkıyordu. Ancak Raskol’u Beklerken’i bundan biraz ayırabiliriz çünkü kurguda oldukça oyunbazdım. Filmi üç bölüme ayırdım, şarkı ekledim. Olaylar sıralı olarak ilerlemiyor. Sonuçta bir şeyler çekip kurgu sırasında bir yapı kurdum. İlk başta her şeyi kronolojik sırasıyla dizdim sonra da seyrederken sıkıldığım, ilginç bulmadığım anları kesip çıkardım. Bir de şöyle bir şey var; filmi bir DV kamera ile çektim ve bu kameralar, şu anki dijital kameralar gibi her kayda girildiğinde yeni bir dosya yaratmıyor. Bir adet bütün dosya oluşturuyor. Bu nedenle kayda girip çıktıkça bu bütün video dosyasının içinde hali hazırda kesmeler oluşuyordu. Onlardan bazıları çok hoşuma gitti ve ben de o haliyle kullandım.
Burak Çevik
Raskol’u Beklerken’in o garip mistik havası hakkında ne düşünüyorsun?
Can Eskinazi
Açıkçası Raskol’u Beklerken’in hâlen tam olarak ne filmi olduğunu bilmiyorum. Beni çeken, büyüleyen bir tarafı var. Bir şekilde Lale’nin ufak bir portresi olarak görülebilir. Diğer yandan Lale’nin etrafındaki mistik mitlerden beslenen 3 bölümlük bir gırgıriye diyebiliriz. Evet, ben filmin konu kısmına ‘3 bölümlü mistik bir komedi’ yazmıştım aslında ama tam olarak bir komediden ziyade ‘3 bölümlük mistik bir gırgıriye’ falan demeliydim. Bir diğer yandan ise Burak ve Lale ile Raskolnikov hakkında konuşurken ve, Şu an gerçekten içeri girse, derken gerçekten tuhaf bir kişi olarak Palikanon içeri giriyor. Ona bir çekim yaptığımızı, dahil olup isteyip istemediğini soruyoruz. ‘‘Tabii’’ diyor ve o da bir şeyler anlatmaya başlıyor. Lale’nin o sıradaki yardımcısı Maria’nın birdenbire suratını görüyoruz. Sanki Suç ve Ceza’daki yaşlı Rus kadın gibi duruyor. [Zaten kendisi bir Rus] Bu nedenle filmin yarı dalga geçerek yarı ironi yaparak ama yer yer ‘ama böyle de olabilir lan bu’ diyerek olan bitene hak vermeye çalışan bir havası var. Bütün bunlar arasında gidip geldiğim şeylerdi.
Burak Çevik
Raskol’u Beklerken ile Ah Geceler! tarz olarak birbirine benzese de birinin belgesele yakın bir gerçekçiliği var diğerinin ise kurmaca olduğunu göstermek isteyen bir tavrı var.
Can Eskinazi
Bunu sadece bu iki film ile ilgili demiyorum; ben kurmaca-belgesel arasında bir ayrımı pek uygun bulmuyorum. Bunun işimize yarayan bir tanım olduğunu düşünmüyorum. Kurmacaymış ya da değilmiş, çok mühim değil gibi geliyor.
Burak Çevik
O vakit Ah Geceler!’i çekerken gerçekleştirdiğin çalışma tarzını ve bunun filme etkisini sorayım. Oyuncuların doğaçlamasına izin verdiğin haftalara hatta aylara yayılan provalarda oyuncular ile birlikte filmi keşfetmek senin için nasıl bir süreçti?
Can Eskinazi
Toplamda yaklaşık 2-3 ay kadar çalıştık. Esme [Madra] ve Nadir [Sönmez] ile buluştuğumuz ilk zaman ortada hiçbir fikir yoktu. Ben sadece film çekmek istediğimi söyledim. Aklımda bazı fikirler olsa da ne çekmek istediğimi bilmiyordum. İçinde erotik bir gerilim barındıran, olabildiğince az ekip ile ve iç mekanda çekeceğimiz bir film yapmak istediğimi biliyordum. İlk başta bol bol sohbet ettik, havadan sudan konuşup bunları kaydettik. Böyle böyle bazı fikirler ortaya çıkmaya başladı. Ortaya çıkan fikirlerle ben oturup bir tretman yazdım. Biraz bu tretman üstünde çalıştık. Sonra vazgeçtik ve başka bir fikre yöneldik. Benim kafamda oyuncular ile çalışıp ve senaryo olmasa da en azından bir hikâye yapısı çıkartıp, iki karakter odaklı bir film yapmak vardı. Sancılı bir dönemdi çünkü kafam karışıktı, kararsızdım, fikirler arasında gidip geliyordum. Sonunda Esme’nin evinde bir şey çekmek için buluştuğumuz bir akşam ben orada çekim yapmak istemedim ve benim evime geçtik. Bunu takip eden bir iki akşam sonra da buluştuğumuzda, Nadir ‘‘Ya ne oldu biliyor musunuz...’’ diyerek bir şey anlatmaya başladı. Ben de ne olduğunu bilmiyordum ama ‘‘Sakın anlatma, kamerayı kuracağım. Öyle anlatırsın’’ dedim. Ve Nadir de anlatmaya başladı. Anlattığı şey bitince ben de Esme’ye Nadir’in yerine geçmesini, Nadir’e de hikayesini anlattığı adamın yerine geçmesini söyledim. Esme, Nadir oldu, Nadir ise az önce anlattığı hikayedeki adam oldu.
Burak Çevik
Benim açımdan da filmin en ilgi çekici noktası tam olarak da buydu: Esme’nin Nadir olduğu, Nadir’in ise az önce anlattığı hikâyedeki adam olduğu an. Bu kurduğun yapı daha önce aklının bir köşesinde planlanmış mıydı?
Can Eskinazi
Bu projeye başlarken benim aklımda bana ilham veren birkaç tane film vardı; Matías Piñeiro’nun Viola [2012], Alex Ross Perry’nin The Color Wheel [2011] ve Joe Swanberg’in All the Light in the Sky [2012] filmleri. Bu filmlerde de görebileceğimiz sınırları belirlenmiş tanımların kaybolması ilgimi çekiyordu. Mesela Piñeiro’nun filminde, bir Shakespeare oyunundaki erkek rolünü bazen bir kadın oynuyor ve oradan garip bir flörtleşme doğuyor. The Color Wheel’de kız ile erkek kardeşin ilişkisi bir süre sonra ters yüz oluyor. Bu ters yüz olma hâli sayesinde bazı tanımların ve sınırların aşıldığı noktalar ortaya çıkıyor. Bizim çalıştığımız fikirler arasında gey bir çocuk ile heteroseksüel bir kız arasında geçen cinsel bir gerilim vardı. Bir kız kardeş ile abisinin arkadaşı arasındaki ilişki üzerine de çalıştık. Ancak hiçbiri tam olarak benim aradığım şeye yakınlaşmıyordu. Tanımlanmış olanın değişmesi fikri başından beri aklımın bir köşesinde olduğu için, o an bunu düşünmesem de bir refleks ile Esme, Nadir oldu, Nadir ise hikâyesini anlattığı adam.
Raskol’u Beklerken’in çekim süreci nasıldı?
Can Eskinazi
Burak [Fidan] ile buluştuğumuz bir gün, ‘‘Hadi Lale’ye [Müldür] gidelim, film çekelim!’’ dedi. Benim kameram yanımda yoktu. Bunu söyleyince, Burak da ‘‘Lale’de var.’’ dedi ve biz de Lale’ye gittik. Ben, Lale’nin kamerasını alıp hiçbir şey planlamadan çekmeye başladım. Burak ve Lale zaten bir şiir üstünde çalışıyordu. Hepimiz yarı oyun yarı ciddi bir şekilde takılmaya başladık.
Burak Çevik
Bu söylediğin aklıma Yoel’in [Meranda] bahsettiği bir şeyi getirdi. Onun anlattığına göre, bir gün bir şey çekmişsiniz ve sen yönetmen olarak adını yazmak istememişsin çünkü çektiğin şeye denk geldiğini ve sadece şans eseri orada bulunarak kayıt ettiğini söylemişsin. Bir nevi kayıt ettiğin şeye vesile olma hâli.
Can Eskinazi
Bu bahsettiğin, ‘İzliyorum’ bölümlerinin ilkinde olmuştu. Ben adımın yönetmen olarak geçmesini istemiyordum çünkü ilk defa kendi planlamadığım, düşünmediğim ve orada kurduğumuz bir ortamdan çıkan bir şey ile karşı karşıyaydım. Buna tam olarak ortak bir çalışma da diyemeyiz; kazalar, arayışlar sonucu ortaya bir şeyler çıkıyordu. Ancak Raskol’u Beklerken’i bundan biraz ayırabiliriz çünkü kurguda oldukça oyunbazdım. Filmi üç bölüme ayırdım, şarkı ekledim. Olaylar sıralı olarak ilerlemiyor. Sonuçta bir şeyler çekip kurgu sırasında bir yapı kurdum. İlk başta her şeyi kronolojik sırasıyla dizdim sonra da seyrederken sıkıldığım, ilginç bulmadığım anları kesip çıkardım. Bir de şöyle bir şey var; filmi bir DV kamera ile çektim ve bu kameralar, şu anki dijital kameralar gibi her kayda girildiğinde yeni bir dosya yaratmıyor. Bir adet bütün dosya oluşturuyor. Bu nedenle kayda girip çıktıkça bu bütün video dosyasının içinde hali hazırda kesmeler oluşuyordu. Onlardan bazıları çok hoşuma gitti ve ben de o haliyle kullandım.
Burak Çevik
Raskol’u Beklerken’in o garip mistik havası hakkında ne düşünüyorsun?
Can Eskinazi
Açıkçası Raskol’u Beklerken’in hâlen tam olarak ne filmi olduğunu bilmiyorum. Beni çeken, büyüleyen bir tarafı var. Bir şekilde Lale’nin ufak bir portresi olarak görülebilir. Diğer yandan Lale’nin etrafındaki mistik mitlerden beslenen 3 bölümlük bir gırgıriye diyebiliriz. Evet, ben filmin konu kısmına ‘3 bölümlü mistik bir komedi’ yazmıştım aslında ama tam olarak bir komediden ziyade ‘3 bölümlük mistik bir gırgıriye’ falan demeliydim. Bir diğer yandan ise Burak ve Lale ile Raskolnikov hakkında konuşurken ve, Şu an gerçekten içeri girse, derken gerçekten tuhaf bir kişi olarak Palikanon içeri giriyor. Ona bir çekim yaptığımızı, dahil olup isteyip istemediğini soruyoruz. ‘‘Tabii’’ diyor ve o da bir şeyler anlatmaya başlıyor. Lale’nin o sıradaki yardımcısı Maria’nın birdenbire suratını görüyoruz. Sanki Suç ve Ceza’daki yaşlı Rus kadın gibi duruyor. [Zaten kendisi bir Rus] Bu nedenle filmin yarı dalga geçerek yarı ironi yaparak ama yer yer ‘ama böyle de olabilir lan bu’ diyerek olan bitene hak vermeye çalışan bir havası var. Bütün bunlar arasında gidip geldiğim şeylerdi.
Burak Çevik
Raskol’u Beklerken ile Ah Geceler! tarz olarak birbirine benzese de birinin belgesele yakın bir gerçekçiliği var diğerinin ise kurmaca olduğunu göstermek isteyen bir tavrı var.
Can Eskinazi
Bunu sadece bu iki film ile ilgili demiyorum; ben kurmaca-belgesel arasında bir ayrımı pek uygun bulmuyorum. Bunun işimize yarayan bir tanım olduğunu düşünmüyorum. Kurmacaymış ya da değilmiş, çok mühim değil gibi geliyor.
Burak Çevik
O vakit Ah Geceler!’i çekerken gerçekleştirdiğin çalışma tarzını ve bunun filme etkisini sorayım. Oyuncuların doğaçlamasına izin verdiğin haftalara hatta aylara yayılan provalarda oyuncular ile birlikte filmi keşfetmek senin için nasıl bir süreçti?
Can Eskinazi
Toplamda yaklaşık 2-3 ay kadar çalıştık. Esme [Madra] ve Nadir [Sönmez] ile buluştuğumuz ilk zaman ortada hiçbir fikir yoktu. Ben sadece film çekmek istediğimi söyledim. Aklımda bazı fikirler olsa da ne çekmek istediğimi bilmiyordum. İçinde erotik bir gerilim barındıran, olabildiğince az ekip ile ve iç mekanda çekeceğimiz bir film yapmak istediğimi biliyordum. İlk başta bol bol sohbet ettik, havadan sudan konuşup bunları kaydettik. Böyle böyle bazı fikirler ortaya çıkmaya başladı. Ortaya çıkan fikirlerle ben oturup bir tretman yazdım. Biraz bu tretman üstünde çalıştık. Sonra vazgeçtik ve başka bir fikre yöneldik. Benim kafamda oyuncular ile çalışıp ve senaryo olmasa da en azından bir hikâye yapısı çıkartıp, iki karakter odaklı bir film yapmak vardı. Sancılı bir dönemdi çünkü kafam karışıktı, kararsızdım, fikirler arasında gidip geliyordum. Sonunda Esme’nin evinde bir şey çekmek için buluştuğumuz bir akşam ben orada çekim yapmak istemedim ve benim evime geçtik. Bunu takip eden bir iki akşam sonra da buluştuğumuzda, Nadir ‘‘Ya ne oldu biliyor musunuz...’’ diyerek bir şey anlatmaya başladı. Ben de ne olduğunu bilmiyordum ama ‘‘Sakın anlatma, kamerayı kuracağım. Öyle anlatırsın’’ dedim. Ve Nadir de anlatmaya başladı. Anlattığı şey bitince ben de Esme’ye Nadir’in yerine geçmesini, Nadir’e de hikayesini anlattığı adamın yerine geçmesini söyledim. Esme, Nadir oldu, Nadir ise az önce anlattığı hikayedeki adam oldu.
Burak Çevik
Benim açımdan da filmin en ilgi çekici noktası tam olarak da buydu: Esme’nin Nadir olduğu, Nadir’in ise az önce anlattığı hikâyedeki adam olduğu an. Bu kurduğun yapı daha önce aklının bir köşesinde planlanmış mıydı?
Can Eskinazi
Bu projeye başlarken benim aklımda bana ilham veren birkaç tane film vardı; Matías Piñeiro’nun Viola [2012], Alex Ross Perry’nin The Color Wheel [2011] ve Joe Swanberg’in All the Light in the Sky [2012] filmleri. Bu filmlerde de görebileceğimiz sınırları belirlenmiş tanımların kaybolması ilgimi çekiyordu. Mesela Piñeiro’nun filminde, bir Shakespeare oyunundaki erkek rolünü bazen bir kadın oynuyor ve oradan garip bir flörtleşme doğuyor. The Color Wheel’de kız ile erkek kardeşin ilişkisi bir süre sonra ters yüz oluyor. Bu ters yüz olma hâli sayesinde bazı tanımların ve sınırların aşıldığı noktalar ortaya çıkıyor. Bizim çalıştığımız fikirler arasında gey bir çocuk ile heteroseksüel bir kız arasında geçen cinsel bir gerilim vardı. Bir kız kardeş ile abisinin arkadaşı arasındaki ilişki üzerine de çalıştık. Ancak hiçbiri tam olarak benim aradığım şeye yakınlaşmıyordu. Tanımlanmış olanın değişmesi fikri başından beri aklımın bir köşesinde olduğu için, o an bunu düşünmesem de bir refleks ile Esme, Nadir oldu, Nadir ise hikâyesini anlattığı adam.