!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında İstanbul’a gelen Pedro Costa’nın 18 Şubat 2015 tarihinde SALT Beyoğlu’nda yaptığı bir saatlik konuşmanın moderatörlerinden biri de Can Eskinazi’ydi. Ben, o gösterimin ses kaydını yapmak için ses kayıt cihazımı önlerindeki ufak masaya koydum ve tüm konuşmanın kaydını aldım. Konuşma başlamadan beş dakika kadar öncesinde ve mikrofonlar kapalıyken, Pedro Costa, Can’a film yapıp yapmadığını soruyordu. Can ise film yapmaya çalıştığını ve bir kısa filminin festivalde yer aldığını söyledi. Ardından da ekledi; ‘‘Aslında bu filmde, sizin metodunuzdan anladığım şeyi bir şekilde denemeye çalıştım.’’ Pedro Costa hemen araya girip, ‘‘Ancak işe yaramadı!’’ diye lafını tamamladı. Can gülümseyerek karşılık verdi; ‘‘İşe yaradı gibi ama sizin filmler kadar ilginç bir sonuca ulaşamadım. Yine de iyi bir metottu.’’
Can Eskinazi’nin bu diyalogta bahsi geçen filmi Ah Geceler!, seyirciyi bir gece yarısı bir eve sokar ve sanki bir gecenin karanlığında seyirciyi tek başına [iki karakterin tam orta yerinde ve yönetmenin tam yan yanında] yürümeye zorlar. İki insan dakikalarca konuşur. Biri yaşanmışlığı anlatır, diğeri ise nezaketten mi yoksa içten mi olduğunu anlayamadığımız bir merakla diğerini dinler. Biri erkektir, diğeri kadın. Bir de tüm bu gerçekliğin arkasında, hiç görmediğimiz bir yönetmen mevcuttur; ‘‘Şimdi anlatsana şu meşhur öyküyü’’ der ve film başlar.
Filmin, seyirciyi ayakta tutan, merakla ekrana bakmasını sağlayan garip erotik gerilimini deşmeye başlamak tamamen kişisel bir deneyim sunuyor. Bu nedenle bu satırlar yazarın [benim] kişisel deneyimidir. Ötesi değil. Kurmacanın, gerçekten daha hafife kalır yanı olmadığını hissettiren filmin ikinci bölümü, bir noktada ne ile karşılaşacağımızın müphemliği ile birleştiğinde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kütüphanesinde bir bilgisayar başındaydım. Sanki bir kitapçıda ya da kütüphanede erotik bir dergi bulmuş küçük çocuk gibi arada bir çevreme göz atıyordum. Ben bu filmi izlerken, biri de beni izliyor mu? Ben iki karakteri bir yönetmen ile birlikte gözetlerken, biri de beni gözetliyor mu? Bu garip gerilim hali, korku/gerilim janrında olduğu gibi bilinci körelten ve insanı filme hapseden bir şey değildi. İnsanın topuklarını yere değdirmesini engelleyen ve sürekli etrafına bakıp, çok saklı, çok derinlerde bir şeye tanıklık ederken yaşadığı tanıklık hissinin getirdiği bir gerilimdi.
Ah Geceler!’in belki de seyirciyi en çok etkileyen noktasında, yönetmenin oyuncular ile arasındaki gizli anlaşmanın bir benzerinin seyirci ile yönetmen arasındaki ilişkiye sirayet etmesinden kaynaklığını hissediyorum. Cevabını bulamıyorum, cevabını bulmak istemiyorum, beni etkiliyor çünkü sınırları belirli olan ancak sınırını tam olarak göremediğimiz bir yüzeyde buluyorum kendimi; yönetmen mi oyuncuları [gerçekten] direktif verip yönlendiriyor yoksa oyuncular mı kamera karşısında kendi dünyalarını [yalancıktan] yaratıyor? [Tahattüt eden ile edilenin belirsizliği] [ya da ben vallahi sinemadan anlamıyorum Can]
Tıpkı Jean-Marie Straub’un dile getirdiği gibi sinema bu noktada ortaya çıkıyor; seyirci filmi izlerken düşüncesini filme yansıtmayarak filmi önyargılarından/kendisini bir karakterin yerine koyma huyundan/kendi kısıtlı düşünce ve fikir dünyasından sıyrılarak izliyor. Ancak bu sayede filmin tamamı seyirci için ulaşılabilir oluyor. Ve seyirci [ben] ancak filmin ardından kendi düşüncelerini yansıtabiliyor.
Ah Geceler! oyunbaz bir film. İktidarı oyuna çevirip, bakışlar arası bir gerilim türetiyor. [Farazi] Anıları projekte edip, belirsizlikte kişiselleştiriyor. Kadını erkekleştirip, erkeği kadınlaştırıyor ve cinsiyeti biçip, deşip, insanı biçimsizleştiriyor. Gerçekten uzaklaştıkça da kendi içinde gerçekleşiyor.
Oysa Can Eskinazi’nin 2013 yılında Lale Müldür’ün evine ziyareti sırasında bir DV kamera ile etrafı gözlemleyip, insanları kamerası ile dinlediği Raskol’un Baltası, gerçeğe sadık kaldığı müddetçe gerçekleşiyor. İki yıl ara ile çekilmiş bu iki film, tamamen farklı açılardan mükemmel bir çember oluşturuyor.
Ben tüm bu deneyimi Windows 98’de oynadığımız mayın tarlası oyununa benzetiyorum. Gerçekten ölmeyeceğiz [ama işin ucunda ölüm var] × Bir sonraki adımın belirsiziği [ya da ‘tüm bunların arkasında yatan sistemi hissederek keşfedebilirim’ hissi.]