Melis Behlil
Yolunuza önce hukukçu olarak başlayıp, kurguculuk ve fotoğraf sanatçılığı üzerinden yönetmenliğe varmışsınız. Bu evrimi biraz anlatabilir misiniz? Daha önce uğraştığınız mesleklerin sinemanıza nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?
İsmail Necmi
Evet, Hukuk mezunuyum. İki sene de bir hukuk bürosunda çalıştım, bu süreçte hukuğun bana göre olmadığını anladım ve hukukla ilgili her şeyi bir anda bıraktım. Sonrasında ise aslında hep yapmak istediğim işin peşine düştüm: Film çekmek. Fotoğrafa ise, başlangiçta film çekemediğim için başladım. Film çekmek ciddi bütçe ve ekipman işi. Fotoğrafta ise tek başınıza bir şeyler yapabilirsiniz. Daha işin başında fotoğraftan para kazanmamaya karar verdim. Fotoğrafı kendim için ve sadece siyah-beyaz olarak çektim. Bu arada uzun seneler yabancı bir televizyon kanalı için İstanbul’da kurgucu olarak çalıştım. Sonrasında Bilgi Üniversitesi ‘Görsel İletişim Tasarımı’ ile ‘Fotoğraf ve Video’ bölümlerinde ders verdim. Nihayetinde kendi yapım şirketimi kurup, sadece kendi projelerime odaklandım. Bütün bu süreç, hukuk eğitimi de dahil, beni çok farklı alanlarda geliştirdi, besledi. Nitekim fotoğraf ve kurguculuk geçmişim bana kendi filmimin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da yapma ve son derecede bağımsız bir şekilde kafamdaki filmi çekme imkânı verdi.
Melis Behlil
Filminiz başta bir belgesel projesi olmasına rağmen, süreç içerisinde kurmaca ile iç içe geçmiş. Hangi noktada işin içine kurmacayı katmaya karar verdiniz? Kurmaca ve belgesele ilaveten, gerçek ve rüyayı ayırmakta da zorlanıyoruz ve filmin sonuna doğru sanki rüyalar ağır basmaya başlıyor. Rüyavari bölümleri katma fikri nasıl gelişti?
İsmail Necmi
Daha filmin fikir aşamasında, belgesel ve kurmacayı bir arada kullanmak ve her iki türü de içine alacak bir yapı oluşturmak kararındaydım. Ama bu iki ayrı tür aynı zamanda birbirinin içine de tam anlamıyla nüfuz etmeliydi. Filmin belgesel tarafı beni hiç beklemediğim yerlere savurdu ve ben ciddi anlamda sarsıldım. Kendimi toparlamam, karşı karşıya kaldigim bu ağır “hayat gerçeği”ni bir şekilde hafifletmem ve filmin kurmaca kısmı ile dengelemem gerekti. Gerçek ve rüya konusu ise bir başka anlamda yine filmdeki belgesel ve kurmaca birlikteliğine denk geliyor. Yapı itibarıyla film, başlangıcında belgesel ve kurmaca arasında gidip gelirken belli bir noktadan sonra gerçek ve rüyaların, bazen de karabasanların, bir karışımına dönüşüyor.
Melis Behlil
Filminizin başkarakteri ve oyuncusu Petra aynı zamanda yakın bir arkadaşınız. Film, ilişkinizden, ilişkiniz de filmden ne yönde etkilendi? Yakın bir ilişkiniz olmayan biriyle bu tarz bir film çekmeye girişebilir miydiniz?
İsmail Necmi
Doğrusu çekimlere başlamadan önce Petra ile çok yakın değildim. Birbirimize karşı hep mesafeliydik ancak 2,5 sene süren belgesel ve 2 haftalık kurmaca çekimlerden sonra aramızda çok güçlü ve pek kelimelere dökülemeyecek bir bağ oluştu. Bu aşk, arkadaşlık veya aile kavramından çok daha güçlü ve farklı bir bağ. İç içe geçtik. Her ikimiz de bu süreçte hem kendimizi, hem birbirimizi, özellikle de benim bu filmi niye yaptığımı, onun ise bu filmde olmayı neden kabul ettiğini sorguladık. Zor bir süreçti. Petra’nın hayatının minumum bir senesini çekeceğim diyerek yola çıkmıştım. Bu bir sene önce 2,5 seneye, kurmaca çekimler ve post-prodüksiyonu ile de 3’e çıktı. Dolayısıyla biz birlikte uzun bir yolculuğa çıkmış olduk. Çok eğlendiğimiz anlar da oldu, çok yaralandığımız zamanlar da. Bu sureç her ne kadar yönetmen-oyuncu ilişkisinin çok ötesinde bir şekilde bizi birbirimize yakınlaştırsa da, ben filmde Petra’nın hayatına hep belli bir mesafeden bakmayı tercih ettim. Özellikle kamera hareketlerini ve filmin kurgusunu bu tercihi destekleyecek şekilde kullandım. Film ilk bakışta fazlasıyla kurmaca ve stilize gibi dursa da, benim filmde izleyiciye geçirmeye çalıştığım temel his tam da ‘şu anda ve burada’ hissiydi. Filmde bütün olanların, konuşulanların, bir şekilde filmin ikinci, üçüncü kere izlenişinde dahi izleyiciye %100 gerçek duygusunu vermesini/geçirmesini amaçladım. Benim yazdığım tamamen kurmaca olan sahne ve diyalogların bile... Bu durum benim yönetmen olarak, Petra ve dahi HEROLD ile olan ilişkimi bir yandan inanılmaz derin ve güçlü kılarken öte yandan bir şekilde hep bıçak sırtında tuttu. Üstelik ben Almanca bilmediğim halde, filmi Almanca çekmek gibi bir işe girişmiştim! Genel olarak şimdi geri dönüp baktığımda bu filmin yapım sürecinin, hayat tecrübesi anlamında bana kattığı şeyleri, hiçbir şeyle ölçemem diye düşünüyorum. Bu tecrübede benim başımı döndüren, beni sarhoş eden, baştan çıkaran, ‘sonuç’tan çok bu ‘süreç’ oldu diyebilirim. Bu çok özel iki kişiyle, Petra ve HEROLD’la bu film sayesinde bu kadar güçlü bir bağ kurdum ve bundan çok büyük bir haz aldım... Öyleki bu oyunculardan ‘haz alma’ durumunun, bundan sonraki film projelerimde de benim için bir nevi bağımlılık yaratması gibi bir tehlike sözkonusu! Öncesinden hiç tanımadığım, yakın ilişkim olmayan, biri ile bu tarz bir filme girişebilme durumu ise şu an zaten kafamda, dönüp durmakta. Nitekim yeni filmimin konusu tamamen böyle bir tarzı/ilişkiyi gerekli kılıyor.
HEROLD tamamen bu filmle doğmuş kurgu bir “ŞEY”! Bununla beraber bu filmden ve benden bağımsız bir şekilde yoluna devam edecek. Dolayısıyla belki şu an için fazlasıyla absürd gelecek ama HEROLD bir oyuncu değil. Arkasında profesyonel anlamda bir “oyunculuk” yok. Dolayısıyla “oyuncu” da yok. Yakın bir gelecekte HEROLD tekrar benimle ya da benden bağımsız bir şekilde farklı mecralarda izleyicinin karşısına çıkabilir. HEROLD, filmde başta seyirciyi (lateks maskesi ve çift cinsiyetli imajı ile) sonrasında ise Petra’yı (hitap şekli ve soruları ile) provoke ediyor. Bu ilk bakışta yönetmen tarafından tamamen provokasyon amaçlı, izleyiciyi (ve Petra’yı) rahatsız etmek amacıyla kurgulanmış gibi gözükmekle beraber, filmde farklı okumaları da var. Nitekim izleyicilerden gelen bu konudaki yorumlar inanılmaz farklılıklar ve zenginlikler içeriyor. Bu noktadan hareketle filmdeki HEROLD karakteri ile HEROLD’un gerçek hayatta seyircinin varsaymak istediği, olması gereken “oyuncu” kimliği, gerçek Petra ve oyuncu Petra gibi iç içe geçmiş bir durumda değil.
Melis Behlil
HEROLD’un görüşme odasının duvarındaki resmin üzerinde “Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?” yazıyor; filmin adı olduğu için mi o resim orada, yoksa var olan bir resimden yola çıkarak mı filmi adlandırdınız?
İsmail Necmi
Filmin açılışında ve film boyunca Petra’nın HEROLD ile konuştuğu odanın duvarında, Berlin’de yaşayan Rus Ressam Griogori Dor’un ‘Should I Really Do It?’ adlı 2005 yapımı işi yer alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak Petra’nın, ve hatta HEROLD’un, filmin yaratım süreci boyunca içinde bulunduğumuz ruh haline işaret ediyor. Filme adını veren bu “ruh hali”, alışılmadık bir film adı olmanın ötesinde, filmin izleyicisinde de, filmi seyrederken zaman zaman, sıkıntıyla karışık: “Bunu gerçekten yapmalı mıyım?/Bu filmi gerçekten izlemeli miyim?” şeklinde bir rahatsızlık hissi yaratıyor… Dor’un bu resmi ve akabinde filmin ismi, tıpkı HEROLD karakteri gibi kendiliğinden bir şekilde gelip, tam da olması gerektiği noktada, filme dahil oldu. Benim bu konuda yaptığım tek şey yönetmen olarak içgüdülerimi, sezgilerimi sonuna kadar dinlemek ve takip etmek oldu.
Melis Behlil
Film gösterim hayatına ilk defa yapılan bir yarışmada, İF! İstanbul’daki Keşif’te başladı. Yarışma deneyimleriniz nasıl oldu? Bundan sonraki festival turları nasıl gelişiyor?
İsmail Necmi
Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? hem içeriği hem de yapımı itibarıla tam anlamıyla bağımsız bir film; yönetmenliğinin ve senaryosunun yanında prodüksiyonundan kameramanlığına, kurgusuna, sanat yönetimine, sesine, jeneriğine, ve dahi altyazılarına kadar bir çok işi ben üstlendim. Bu bir anlamda kendime, neyi ne kadar yapabileceğimi görmek adına yaptığım bir meydan okuma idi. Bu doğrultuda !F İstanbul’un ‘Keşif’ bölümünde ve ayrıca bütün festivaldeki tek Türk filmi olarak gösterilmek, filmin Türkiye’deki başlangıcı için en doğru karardı diye düşünüyorum. !F’deki yarışma jürisi uluslararası bağımsız sinemanın seçkin isimlerinden oluşuyordu. Özellikle John Cameron Mitchell filmimle ilgili benimle çok uzun konuştu ve bana tam da bu şekilde, ödün vermeden, devam etmem konusunda çok büyük cesaret verdi. !F sonrasında ise İstanbul Film Festivali yöneticileri filmimi IF İstanbul’da gösterildiği gerekçesiyle festival dışı bıraktı. Burada önemle belirtmek isterim ki bana filmimin İstanbul Film Festivali programına uygun bulunmadığı söylense hiç bir itirazım olmazdı. Ama IF’te gösterildiği gerekçesi benim gibi yola yeni çıkmış bir yönetmen için açıkçası çok şevk kırıcı bir durum. Kaldı ki İstanbul Film Festivali yönetmeliklerinde, açık ve net bir şekilde, başka bir festivale katılmış olmanın İstanbul Film Festivali için engel teşkil etmediği yazıyor. Film en son Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sinema ve Gerçek’ başlıklı ‘Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı’nda açılış filmi olarak gösterildi. Bundan sonraki yurtiçi ve yurtdışı festival programları için yazışmalar devam ediyor.
Yolunuza önce hukukçu olarak başlayıp, kurguculuk ve fotoğraf sanatçılığı üzerinden yönetmenliğe varmışsınız. Bu evrimi biraz anlatabilir misiniz? Daha önce uğraştığınız mesleklerin sinemanıza nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?
İsmail Necmi
Evet, Hukuk mezunuyum. İki sene de bir hukuk bürosunda çalıştım, bu süreçte hukuğun bana göre olmadığını anladım ve hukukla ilgili her şeyi bir anda bıraktım. Sonrasında ise aslında hep yapmak istediğim işin peşine düştüm: Film çekmek. Fotoğrafa ise, başlangiçta film çekemediğim için başladım. Film çekmek ciddi bütçe ve ekipman işi. Fotoğrafta ise tek başınıza bir şeyler yapabilirsiniz. Daha işin başında fotoğraftan para kazanmamaya karar verdim. Fotoğrafı kendim için ve sadece siyah-beyaz olarak çektim. Bu arada uzun seneler yabancı bir televizyon kanalı için İstanbul’da kurgucu olarak çalıştım. Sonrasında Bilgi Üniversitesi ‘Görsel İletişim Tasarımı’ ile ‘Fotoğraf ve Video’ bölümlerinde ders verdim. Nihayetinde kendi yapım şirketimi kurup, sadece kendi projelerime odaklandım. Bütün bu süreç, hukuk eğitimi de dahil, beni çok farklı alanlarda geliştirdi, besledi. Nitekim fotoğraf ve kurguculuk geçmişim bana kendi filmimin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da yapma ve son derecede bağımsız bir şekilde kafamdaki filmi çekme imkânı verdi.
Melis Behlil
Filminiz başta bir belgesel projesi olmasına rağmen, süreç içerisinde kurmaca ile iç içe geçmiş. Hangi noktada işin içine kurmacayı katmaya karar verdiniz? Kurmaca ve belgesele ilaveten, gerçek ve rüyayı ayırmakta da zorlanıyoruz ve filmin sonuna doğru sanki rüyalar ağır basmaya başlıyor. Rüyavari bölümleri katma fikri nasıl gelişti?
İsmail Necmi
Daha filmin fikir aşamasında, belgesel ve kurmacayı bir arada kullanmak ve her iki türü de içine alacak bir yapı oluşturmak kararındaydım. Ama bu iki ayrı tür aynı zamanda birbirinin içine de tam anlamıyla nüfuz etmeliydi. Filmin belgesel tarafı beni hiç beklemediğim yerlere savurdu ve ben ciddi anlamda sarsıldım. Kendimi toparlamam, karşı karşıya kaldigim bu ağır “hayat gerçeği”ni bir şekilde hafifletmem ve filmin kurmaca kısmı ile dengelemem gerekti. Gerçek ve rüya konusu ise bir başka anlamda yine filmdeki belgesel ve kurmaca birlikteliğine denk geliyor. Yapı itibarıyla film, başlangıcında belgesel ve kurmaca arasında gidip gelirken belli bir noktadan sonra gerçek ve rüyaların, bazen de karabasanların, bir karışımına dönüşüyor.
Melis Behlil
Filminizin başkarakteri ve oyuncusu Petra aynı zamanda yakın bir arkadaşınız. Film, ilişkinizden, ilişkiniz de filmden ne yönde etkilendi? Yakın bir ilişkiniz olmayan biriyle bu tarz bir film çekmeye girişebilir miydiniz?
İsmail Necmi
Doğrusu çekimlere başlamadan önce Petra ile çok yakın değildim. Birbirimize karşı hep mesafeliydik ancak 2,5 sene süren belgesel ve 2 haftalık kurmaca çekimlerden sonra aramızda çok güçlü ve pek kelimelere dökülemeyecek bir bağ oluştu. Bu aşk, arkadaşlık veya aile kavramından çok daha güçlü ve farklı bir bağ. İç içe geçtik. Her ikimiz de bu süreçte hem kendimizi, hem birbirimizi, özellikle de benim bu filmi niye yaptığımı, onun ise bu filmde olmayı neden kabul ettiğini sorguladık. Zor bir süreçti. Petra’nın hayatının minumum bir senesini çekeceğim diyerek yola çıkmıştım. Bu bir sene önce 2,5 seneye, kurmaca çekimler ve post-prodüksiyonu ile de 3’e çıktı. Dolayısıyla biz birlikte uzun bir yolculuğa çıkmış olduk. Çok eğlendiğimiz anlar da oldu, çok yaralandığımız zamanlar da. Bu sureç her ne kadar yönetmen-oyuncu ilişkisinin çok ötesinde bir şekilde bizi birbirimize yakınlaştırsa da, ben filmde Petra’nın hayatına hep belli bir mesafeden bakmayı tercih ettim. Özellikle kamera hareketlerini ve filmin kurgusunu bu tercihi destekleyecek şekilde kullandım. Film ilk bakışta fazlasıyla kurmaca ve stilize gibi dursa da, benim filmde izleyiciye geçirmeye çalıştığım temel his tam da ‘şu anda ve burada’ hissiydi. Filmde bütün olanların, konuşulanların, bir şekilde filmin ikinci, üçüncü kere izlenişinde dahi izleyiciye %100 gerçek duygusunu vermesini/geçirmesini amaçladım. Benim yazdığım tamamen kurmaca olan sahne ve diyalogların bile... Bu durum benim yönetmen olarak, Petra ve dahi HEROLD ile olan ilişkimi bir yandan inanılmaz derin ve güçlü kılarken öte yandan bir şekilde hep bıçak sırtında tuttu. Üstelik ben Almanca bilmediğim halde, filmi Almanca çekmek gibi bir işe girişmiştim! Genel olarak şimdi geri dönüp baktığımda bu filmin yapım sürecinin, hayat tecrübesi anlamında bana kattığı şeyleri, hiçbir şeyle ölçemem diye düşünüyorum. Bu tecrübede benim başımı döndüren, beni sarhoş eden, baştan çıkaran, ‘sonuç’tan çok bu ‘süreç’ oldu diyebilirim. Bu çok özel iki kişiyle, Petra ve HEROLD’la bu film sayesinde bu kadar güçlü bir bağ kurdum ve bundan çok büyük bir haz aldım... Öyleki bu oyunculardan ‘haz alma’ durumunun, bundan sonraki film projelerimde de benim için bir nevi bağımlılık yaratması gibi bir tehlike sözkonusu! Öncesinden hiç tanımadığım, yakın ilişkim olmayan, biri ile bu tarz bir filme girişebilme durumu ise şu an zaten kafamda, dönüp durmakta. Nitekim yeni filmimin konusu tamamen böyle bir tarzı/ilişkiyi gerekli kılıyor.
HEROLD tamamen bu filmle doğmuş kurgu bir “ŞEY”! Bununla beraber bu filmden ve benden bağımsız bir şekilde yoluna devam edecek. Dolayısıyla belki şu an için fazlasıyla absürd gelecek ama HEROLD bir oyuncu değil. Arkasında profesyonel anlamda bir “oyunculuk” yok. Dolayısıyla “oyuncu” da yok. Yakın bir gelecekte HEROLD tekrar benimle ya da benden bağımsız bir şekilde farklı mecralarda izleyicinin karşısına çıkabilir. HEROLD, filmde başta seyirciyi (lateks maskesi ve çift cinsiyetli imajı ile) sonrasında ise Petra’yı (hitap şekli ve soruları ile) provoke ediyor. Bu ilk bakışta yönetmen tarafından tamamen provokasyon amaçlı, izleyiciyi (ve Petra’yı) rahatsız etmek amacıyla kurgulanmış gibi gözükmekle beraber, filmde farklı okumaları da var. Nitekim izleyicilerden gelen bu konudaki yorumlar inanılmaz farklılıklar ve zenginlikler içeriyor. Bu noktadan hareketle filmdeki HEROLD karakteri ile HEROLD’un gerçek hayatta seyircinin varsaymak istediği, olması gereken “oyuncu” kimliği, gerçek Petra ve oyuncu Petra gibi iç içe geçmiş bir durumda değil.
Melis Behlil
HEROLD’un görüşme odasının duvarındaki resmin üzerinde “Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?” yazıyor; filmin adı olduğu için mi o resim orada, yoksa var olan bir resimden yola çıkarak mı filmi adlandırdınız?
İsmail Necmi
Filmin açılışında ve film boyunca Petra’nın HEROLD ile konuştuğu odanın duvarında, Berlin’de yaşayan Rus Ressam Griogori Dor’un ‘Should I Really Do It?’ adlı 2005 yapımı işi yer alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak Petra’nın, ve hatta HEROLD’un, filmin yaratım süreci boyunca içinde bulunduğumuz ruh haline işaret ediyor. Filme adını veren bu “ruh hali”, alışılmadık bir film adı olmanın ötesinde, filmin izleyicisinde de, filmi seyrederken zaman zaman, sıkıntıyla karışık: “Bunu gerçekten yapmalı mıyım?/Bu filmi gerçekten izlemeli miyim?” şeklinde bir rahatsızlık hissi yaratıyor… Dor’un bu resmi ve akabinde filmin ismi, tıpkı HEROLD karakteri gibi kendiliğinden bir şekilde gelip, tam da olması gerektiği noktada, filme dahil oldu. Benim bu konuda yaptığım tek şey yönetmen olarak içgüdülerimi, sezgilerimi sonuna kadar dinlemek ve takip etmek oldu.
Melis Behlil
Film gösterim hayatına ilk defa yapılan bir yarışmada, İF! İstanbul’daki Keşif’te başladı. Yarışma deneyimleriniz nasıl oldu? Bundan sonraki festival turları nasıl gelişiyor?
İsmail Necmi
Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? hem içeriği hem de yapımı itibarıla tam anlamıyla bağımsız bir film; yönetmenliğinin ve senaryosunun yanında prodüksiyonundan kameramanlığına, kurgusuna, sanat yönetimine, sesine, jeneriğine, ve dahi altyazılarına kadar bir çok işi ben üstlendim. Bu bir anlamda kendime, neyi ne kadar yapabileceğimi görmek adına yaptığım bir meydan okuma idi. Bu doğrultuda !F İstanbul’un ‘Keşif’ bölümünde ve ayrıca bütün festivaldeki tek Türk filmi olarak gösterilmek, filmin Türkiye’deki başlangıcı için en doğru karardı diye düşünüyorum. !F’deki yarışma jürisi uluslararası bağımsız sinemanın seçkin isimlerinden oluşuyordu. Özellikle John Cameron Mitchell filmimle ilgili benimle çok uzun konuştu ve bana tam da bu şekilde, ödün vermeden, devam etmem konusunda çok büyük cesaret verdi. !F sonrasında ise İstanbul Film Festivali yöneticileri filmimi IF İstanbul’da gösterildiği gerekçesiyle festival dışı bıraktı. Burada önemle belirtmek isterim ki bana filmimin İstanbul Film Festivali programına uygun bulunmadığı söylense hiç bir itirazım olmazdı. Ama IF’te gösterildiği gerekçesi benim gibi yola yeni çıkmış bir yönetmen için açıkçası çok şevk kırıcı bir durum. Kaldı ki İstanbul Film Festivali yönetmeliklerinde, açık ve net bir şekilde, başka bir festivale katılmış olmanın İstanbul Film Festivali için engel teşkil etmediği yazıyor. Film en son Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sinema ve Gerçek’ başlıklı ‘Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı’nda açılış filmi olarak gösterildi. Bundan sonraki yurtiçi ve yurtdışı festival programları için yazışmalar devam ediyor.