Mutlak Hiçlik: Jake Barningham’ın videoları
Gaipten Videolar
Yoel Meranda
Fol Sinema, 9 Ocak 2016 tarihinde Jake Barningham’ın videolarından oluşan ‘Mutlak Hiçlik’ başlıklı bir gösterim programı düzenledi.
Gösterime eşlik eden 100 adet kitapçık basıldı. Bu kitapçıkta, Yoel Meranda’nın gösterim için kaleme aldığı 'Gaipten Videolar' başlıklı yazısı ile Sara Freeman’ın sanatçı ile gerçekleştirmiş olduğu bir söyleşi yer aldı.
Jake Barningham’ın videoları düşük çözünürlüklü devinimlerden oluşuyor. Bilmediğimiz kanunlar pikselleri hiç durmadan dönüştürüyor. Soyut imgeler ile zar zor tanımlayabildiğimiz nesneler arasında gidip geliyoruz. Yaşadığımız estetik keyifler ise yerlerini kısa bir süre sonra keşfedilmesi gereken başka imgelere bırakıyor. Ignatiy Vishnevetsky’nin ‘geçişken yankılar’ [’echo transmissions’] olarak nitelediği bu çağrışımlar silsilesi tedirgin edici. Barningham bizlere sürekli ayağımızın altından kayan, tekinsiz bir evren sunuyor.
Örneğin Barningham’ın 2011 yılında yaptığı ‘western’ isimli videosu, ‘w’ harfinin ekranda çok pikselli bir şekilde görünmesiyle başlıyor. Daha sonra ekran hızlıca çok pikselli bir bej/beyaza dönüşüyor ve ‘e’ harfi geliyor, sonra yine bejli/pikselli bir beyaz. Bu şekilde sırasıyla filmin isminin harfleri görünüyor. Ardından pikselli soyut görüntüler birbirini takip etmeye başlıyor. Bu görseller arasındaki geçişler kurgu veya görüntülerin birbirinin içine geçmesi [‘dissolve’] mantığı ile değil, piksellerin hareketleriyle görüntülerin birbirine evrilmesi şeklinde oluyor. Sanki pikseller kendi aralarında karar veriyorlar ve organik bir şekilde başka bir soyut imgeye dönüşüyorlarmış gibi, bu imge de ekranda en fazla bir saniye kalıp başkasına dönüşünceye kadar. Videonun on yedinci saniyesinde ekranda yine bir beyaz patlıyor ve bir saniye boyunca süren bir ağaç imgesi [ağacın gövdesi ile dallarının birleştiği bir kesit] görünüyor. Her şey piksel piksel. Daha sonra yine bir beyaz patlıyor, ağaç görüntüsü geri geliyor, ama bu sefer üzerine soyut görüntülerin hareketleri yerleştirilmiş. Neredeyse üç saniye süren bu cümbüş, ekranın düz siyaha kesilmesiyle bitiyor. Bu siyah ekran saniyenin üçte biri kadar sürüyor ve tekrar soyuta dönüyoruz: karanlık bir ekranda önce yeşil/siyah pikselleri takip eden bir karelik beyazdan sonra mor/siyah pikseller oradan oraya atlayıp zıplıyor. Tam piksellerin dansından estetik keyifler almaya başlamışken turuncu/beyaz pikseller ekranı kaplıyor ve tekrar ağaca dönüyoruz. Sonra tekrar yeşil/siyah pikseller. Henüz videonun otuz birinci saniyesindeyiz.
Barningham’ın bütün videoları ‘western’dekine benzer bir hızda ve sürekli dönüşüm içinde ilerliyor. Soyut imgeler ve nesneler kendilerini tekrar ediyor ama bu tekrarların ne mantıkta olduğunu anlamak mümkün değil. Belli ki yapı rasyonel veya duygusal bir bağlantı üzerinden kurulmamış. Şiirsel bir akış da pek yok. Nasıl pikseller göze rastgele geliyor ise imgelerin tekrar ve varyasyonları da rastgele gibi. Bu hissi yaratan, Barningham’ın Sarah Freeman’a verdiği röportajda anlattığı teknikler. Elindeki video parçalarını değişik yazılımlar aracılığıyla süreçlerden geçiren Barningham, bu çıkan sonuçları videolarında müdahale etmeden kullanıyor. “Her zaman kendimi sürece teslim ederim” diyor Barningham ‘breakdown’ videosunun Vimeo’daki açıklamasında.
Barningham’ın videolarını yaratmakta kullandığı rastgele süreçleri çözemeyeceğimizden dolayı kanunlarını bilmediğimiz bu evreni algılamaya çalışıyoruz. Kare kare çalışılmış videolar değil daha çok değişkenleri belirlendikten sonra şansa bırakılmış video parçaları ve bunların değişik tekrar/varyasyonlarını izliyoruz. Video yapma sürecini de bir bitki yetiştirmeye veya bahçıvanlığa benzetiyor Barningham. Sonuçta bir bitkinin nasıl bir şekil alacağını önceden bilemezsiniz. Siz belirli değişkenleri belirlersiniz [toprak, su, ışık] ona iyi bakarsınız ama oluşacak biçim sizin kontrolünüzün dışındadır. On bitkiyi aynı anda yetiştirirseniz de bunların birbirinin nasıl varyasyonları olacağı da sizin kontrolünüzün dışındadır. Barningham’ın videolarına da böyle bakmak doğru geliyor aslında. Her bir ağacın sonsuz detayını incelerken, aynı anda yan yana duran on ağacın birbiriyle nasıl bir görsel ritim tutturduğunu çözmeye çalışmak. Bu tarz bir deneyimden belki bir ‘anlam’ çıkmayabilir ama evreni algılama maceramıza yeni bir yaklaşım kattıkları kesin.
Barnigham’ın evreni hiçbir şeye tutunamadığımız, her şeyin hızlıca yok olduğu, insani mantık/duygu silsilesine mesafeli bir evren. Nesneler, akışkan ve her şeyi yutan bir enerjinin oluşturup yok ettiği yankılar gibiler. ‘Yansıma’ kelimesi bile çok elle tutulur kalıyor. ‘Gaipten sesler’ deriz ya, burda da ‘gaipten görseller’ izliyoruz sanki, huzursuz. Sarah Freeman’ın da röportajında dediği gibi bu videolar “hayalet gibiler, neredeyse Gotik bir özleri var.” Tam da bu nedenlerden olsa gerek, ben izlerken Carl Dreyer’in ‘Vampyr’indekindeki [1932] gibi yerin ayağımın altından çekildiğini hissediyorum Barningham’ın videolarında. Her biri zar zor vücut buluyormuş gibi görünen imgeler, varlıklarından çok hiçliğe [ya da en azından yok olma ihtimallerine] dikkat çekiyorlar.
Aklıma Roberto Rossellini’nin ‘Blaise Pascal’ [1971] filmi geliyor. Orada Pascal şöyle diyordu: “Vakum ve hiçlik, sonsuzluğun yüzü. Doğadaki hiçliği ararken asıl amacım aynı hiçliğin insan kalbindeki yansımasını keşfetmek”. Rossellini’nin Pascal’ı, yine aynı filmde ‘hiçliğin sonsuzluğundan’ bahsediyor. Bu hiçlik kesinlikle korkutucu. Daniel Gorman’ın blogundan öğrendiğimize göre Barningham kendisine yazdığı e-maillerden birinde “videolarımın huzur veren deneyimler olması gibi bir amacım hiç bir zaman olmadı” diyor. Evet, kolay bir deneyim değil gerçekten. Ama hatırlamak lazım ki hiçlik, ne duygusuzluk ne de nihilizm anlamına geliyor. Tersine, bu hiçliğin farkındalığı, Barningham’a belki de bir şeyler inşa etmek için gereken altyapıyı sağlıyor. Bana bir e-mailinde Barningham, çok sevdiği Hollywood yönetmeni John McTiernan’ın 2003 yılında Cahiers du Cinema’ya verdiği bir röportajda söylediği sözleri aktarmıştı: “Ruhum karanlık bir uçurum gibi. İnsanlığın geleceği konusunda da tanıdığınız en umutsuz insandan on kat daha umutsuzum. Filmlerimi de kendi içimde ve dünyada umut aramak için yapıyorum.
”Barningham’ın videolarını izlerken ekrandaki nesneleri algılayamadığımdan ya da videoları ilerleten mantık/duygu silsilesini çözümleyemediğim için ister istemez mikro-ritimlerini incelemeye başlıyorum. Ama ekranın her bir noktasında o kadar çok piksel hareket ediyor ki hepsini birden algılamak imkansız. Belki de ilk yapılması gereken kısa süreler için de olsa ekranın belli bir bölümünü seçip oradaki piksellerin mikro-ritimlerine odaklanmak. Bunu yaptığım her seferinde kendini aslında çok kolay ele veren minik ‘göz festivalcikleri’ ile karşılaşıyorum. Ve her bulduğum festivalcik için aynı ekranda bunun yüzlercesinin gerçekleştiğini farketmek zor değil. Videoyu kaç kere izlersek izleyelim, ekranın farklı bölümlerine konsantre olarak yeni küçük videocuklarla karşı karşıya kalabiliriz. Yani bu boşluk hissini bize veren eserler aynı zamanda oldukça cömert. Bazen Barningham’ın sık kullandığı soluk renklerin belirişleri bazen de arada cartlayan renk cümbüşleri, kısa süreli estetik yükselmeler yaşamamıza olanak veriyor. Normalde bu tarz durumlar için ‘piksellerin dansı’ gibi sözler kullanmayı severim ama Barningham’ın videoları dans/müzik gibi benzetmeleri bilinçli olarak itiyorlar. Zaten biz bir armoni hissine varmaya başlar başlamaz başka bir şeye dönüşüyorlar. Belki de estetik keyiflerimin altlarının sürekli oyulması, beni bu huzursuzluğu yaratan makro-ritimi algılama isteğine itiyor. Ancak yukarıda da yazdığım üzere, orada da bir çözümlemeye ulaşmak imkansız. İşte deneyimimiz bu şekilde, mikro-ritimle makro-ritim arasında gidip gelerek devam ediyor. Keyifli olan, mikro-ritimlerin kolayca tüketilemeyecek kadar çoğul, makro-ritimlerin de kolayca tüketilemeyecek kadar tanımsız olmaları. Tıpkı bir dağa bakmak gibi. Önce bir detaya odaklanırsınız sonra başka bir detaya, sonra bir noktada olayın enginliği sizi şaşkına çevirir, genele bakarsınız, sonra onu da algılayamayacağınızı keşfedip tekrar bir noktaya odaklanırsınız vs.
Kuzey Amerika Deneysel Sineması’nın usta sinemacılarından Robert Breer, 1962 yılında Film Culture dergisinde yer alan bir röportajında şöyle diyordu: “Yaşasın formsuz film! Edebi olmayan, müzikal olmayan, hikaye anlatmayan, görsel. Soyut bir dansa dönüşmeyen, ya da bir mesaj vermeyen. İmajlarından kaçılamayan. Kelimelerin imaj veya sesler olduğu ve düşünceler gibi atlayıp zıplayan. Aynı yemek yemek gibi, bakmak, koşmak gibi bir deneyim. Ağaç veya binalar gibi bir nesne. Akan ve çarpışan. Bir anlam üretmektense, kendisi bir anlam olan.” Aynı şekilde Ernie Gehr, 1972 yılında yine Film Culture’da yayınlanan bir yazısında filmlerin kendilerinden başka düşünceleri temsil etmek veya hayat üzerine düşünmek için bir araç olmadıklarını ve zihnin akışını dışavurmak için yaratılmış yeni nesneler olduklarının altını çiziyordu. İşte Barningham da, Freeman ile yaptığı röportajda detaylıca anlattığı teknikler sayesinde benzer bir noktaya varmayı başarıyor. Tabi Breer ve Gehr’den farklı olarak, Barningham’ın üzerinde çalıştığı araç, durağan karelerin birbirini takip ettiği film/pelikül değil, birbirine dönüşen karelerden oluşan video.