Gerçek Kesik:
Görünenin ötesinde Bir Hakikat Yoktur

Efe Murad

Fol'un kürate ettiği gösterimde, Deniz Tortum’un 2013 yılında gerçekleştirdiği ‘Zayiat’ adlı filmi ile 2017 yılında Carmine Grimaldi birlikte ortak yönetmenliğini yaptığı ‘If Only There Were Peace’ filmleri yer aldı. Gösterim, 13 Aralık 2017 tarihinde Bomontiada ALT’ta gerçekleştirildi.
Gösterime eşlik eden 100 adet kitapçık basıldı. Bu kitapçıkta, Efe Murad’ın gösterim için kaleme aldığı 'Gerçek Kesik: Görünenin ötesinde Bir Hakikat Yoktur' başlıklı yazısı yer aldı.


Zayiat, Deniz Tortum’un ilk uzun metraj filmi. Film aynı zamanda Ulaş Tuna Aslantepe’nin de ilk film deneyimlerinden. Filmin başında babanın ani bir kalp krizi sonucu Boğaz’da boğulup kaybolması, aslında filmin temel konusu. Başkarakter Mete artan öksürükleri ve içine düştüğü buhranla boğuşurken bu gerçeği öğrenmek istiyor. Oysa bu gerçeği film boyunca sadece izleyici biliyor, oyundaki karakterlerin tümüneyse bu gerçek kapalı. İzleyici aslında sebebini bildiği bir sonuca doğru ilerliyor, karakterlerin öğrenilemeyen bir gerçeği sonunda kabullenmek zorunda kalması, izleyici için bir sürpriz değil ama bu izleyiciyi başka bir gerçekle de buluşturuyor: içinde yaşadığımız hakikat, öğrenilemeyen hakikatlerden daha sahicidir. Siyasi belirsizlikler, gündeliği gölgelemiş durumda. Mete’nin etrafında kendi kontrolünün dışında olan bir sürü olay gerçekleşiyor, neyin ne olduğu da tam bilenemiyor. Gündelik burada bir muğlaklıklar bulutu ve onun hakikati Tortum’un bu seçkisinde yer alan If Only There Were Peace adlı filmin yolunu kaybetmiş hakikatiyle de bağlanıyor.

Babanın ölümünü önceden vermenin doğal olarak izleyiciyi zahiri bir neden-sonuç yanılgısına soktuğu söylenebilir. Mete’nin öksürüklerinin artmasının babasının ortadan kaybolmasıyla aslında alakası yok, Mete’nin yaşadığı sıkıntının sahiciliği, babanın ölümünün sahiciliğinin çok ötesinde, varoluşsal gerçekliği önceliyor ve olumluyor.

Perihan Savaş’ın 90’larda uzun seneler Flash TV’de sunduğu, geçmişte yaşanmış ve bugün de yaşanabilecek olayları canlandıran Gerçek Kesit dizisinin bu filmle bir yakınlığı var. Sonuçta filmi bir canlandırma olarak da okuyabiliriz. Buna karşın, filmin ahlakçı bir mesajı yok. Bu anlamda gerçek kesitten uzaklaştığı yer, aslında gerçeğe en yaklaştığı da yer. Başa gelen trajik olaylar karşısında başkarakter Mete’ye ulvi bir ışık görünmüyor, çıkış yolu sadece başa gelenin çekilmesi ve olduğu gibi kabullenilmesinde yatıyor. Bu nedenle, bir kesitten çok burada deneyimlenen kanayan bir “gerçek kesik”ten öte bir şey de değil. Kesiğin sebebinin bir önemi yok, ama yarılmış bir açıklık var, kamera bizi sebepsizliğin hakikatine götürüyor, soluk borusunun, damarların içinde dolaştırıyor. İzleyicinin kafasında kurduğu neden-sonuç silsilesini bozuyor ve yaşanılanın ancak yaşanılanla hakikatlendirilebileceğini söylüyor. Bu kesikten akıp gidenler zayi olanlar şeyler, yani kaybedilip bulunamayanlar ve bulunamayacak olanlar. Hakikati öğrenenlerin Hakk’a kavuşmak için can attıkları bilinir. Mete’nin arkadaşları bir içki sofrasında şu hikayeyi anlatıyorlar:

« Ebû Hureyre, Resûlullah’tan nakleder: "Rivayet olunur ki, Benî İsrâil’de dağ başında yaşayan bir oğlan vardı. Bir gün annesine, semayı kim yarattı, diye sordu. Annesi, Allah deyince bu sefer, peki yeri kim yarattı? diye sordu. Yine Allah, cevabını aldı. Peki, dağları kim yarattı? diye sordu. Yine Allah, cevabını aldı. Nihayet, bulutları kim yarattı, diye sordu. Yine Allah, cevabını alınca, öyle ise şimdi ben Allah’tan semâ’ ediyorum [Allah’ın yüce şânını işitiyorum] dedi. Sonra kendisini kayalardan aşağı attı ve paramparça oldu." » [alıntılanan yer Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ’, [İstanbul: İrfan, 1976], 232].

Kur’an okunurken ürperti duymak ya da Allah’ın hakikati öğrenildiğinde semâ’ etmek hem hadislerde hem de tasavvufî kaynaklarda anlatılan vak’alarda sıkça geçiyor. Semâ’ aşka ve vecde gelmenin bir emaresi. Hakikatin peşinden gitmek aslında hakikatte kaybolmak da. Eğer semanın, yeryüzünün ve dağların yaratıcı birse, sema, yeryüzü ya da dağlara karışmak yaratıcıyla da bir olmak demek. Hakk’a tapan Hakikat’e çıkar, eğer hakikat bu eflakta her yerdeyse o zaman eflakın hakikatını anlamak için eflakla bir olmak, hakikati de anlamaktır. Kalp krizi geçiren baba, bir anlamda dalgalarla değil, dağlarla buluşuyor. Filmde başkarakterin dalıp gittiği görüntüler var. İzleyici de bu görüntülerde hakikati deneyimliyor. Vapurda dalgalara öylece baktığı sahne, tanımadığı babasının arkadaşını bulmak için Kadıköy sokaklarındaki gece yürüyüşü, sonra gitmek istediği adrese bir travesti cinayeti sonrası sokağın kordona alınması yüzünden gidememesi ve polislerin söylediği o söz: “Ölünün olduğu yerde dert, problem olmaz.”

Karakterler olup biten hakikatten habersiz etraflarına [aslında bir anlamda da hakikate] baktıkça vehme düşüyorlar, bu gerçekliğin içinde kaybolup sanrılarla buluşuyorlar. Zayiat’ta bu vehmi anlatan iki sahne, doğrusu film içinde iki kısa metraj var. Mete’nin sanrıları, filmin sonundaki 16mm görüntülerde gerçeği bulandırıp flulaştırıyor. Aslında bize flulaştırıyor. Aslında bize görünün fenomen’in, görüngünün ne kadar yaşanmış ve ne kadar geçmişe ait olduğu izlenimini veriyor.

Renklerdeki flulaşma ve bulanıklık, bizi filmin sonundaki ikinci bir sahneyle, başkarakter Mete’nin endoskopi görüntüleriyle buluşturuyor. Mete’nin ağızlıkla yan yatmış hali ve sonrasında soluk borusundan Mete’nin vücudunun içine giren kamera... Anlam içte mi saklıdır yoksa bize göründüğünde midir? Görüntünün ötesinde bir gerçek var mıdır? Bu “gerçek kesik”, bize içte de dışta da bir hakikat yoktur mesajını veriyor. Hakikati deneyimlemek şimdiyle mümkün, görünene görünmekle. Hakikat bize görünenin göründüğüdür, bunun ötesiyse endoskopi görüntüleriyle zuhur eden ebedi boşluk.

* * *

If Only There Were Peace, Carmine Grimaldi ve Deniz Tortum’un ilk ortak filmi. Etnik ve siyasi anlamda arap saçına dönmüş bir olaylar örgüsünü konu alıyor. İzleyici, önünde akan sahnelere baktıkça örgüde kayboluyor, sadece farklı dilleri takip ederek o da kurabilirse bir anlam bütünü kurabiliyor. Sahici olanla rolün iç içe geçtiği, film içinde bir dizi seti mizanseni. Doğaçlama, senaryoyla buluşuyor, oyuncular repliklerini unutuyor, kendilerini iki farklı amaçla bakan gözün, kameranın karşısında buluveriyorlar.

Carmine çekimleri şuursuzca gerçekleştirmiş, dilini bilmediği, siyasi haritasını çözemediği bir olaylar silsilesiyle karşılaşıyor. Bu zinciri deşifre etmesi için daha fazla olan biteni çekmesi gerekiyor. Daha fazla çektikçe siyasi bağlam içerisinde kayboluyor, hikaye daha anlamsız bir hale geliyor. Karmaşık örgü, sadece Kürt-Türk meselesi, medya propagandası ya da ucuz iş sömürüsü gibi sırf Türkiye’nin gerçekleriyle sınırlı kalmıyor, Suriye İç Savaşı, mülteci krizi gibi daha bölgesel ve hatta evrensel meselelere de kayıyor. Filmin ortasında araştırmacı gazeteci Laura Dean’in şans eseri o gün oraya sığınmış Suriyeli mültecilerle yaptığı kısa bir söyleşisi var. Onlar bu kaçışlarında yaşadıklarını ve geçmişte bıraktıkları Suriye’yi sadece iç savaşla anlamlandırmıyor, Türk halkından gördükleri muameleyi de sakınmadan dillendiriyorlar.

Carmine, 2016 yazında İstanbul’da çektiği ve bir türlü tam kültürel kodlarını çözemediği metrajı Deniz’e gösterir. Carmine ne Kürtçe ne Türkçe ne de Arapça bilmektedir. Deniz için bu metraj, buluntu değerinde, çünkü metraj tamamen hiçbir önceden planlama gerektirmeden, olayların doğal akışında çekilmiş. Carmine’nın bu metrajı çekmesinin arkasında tesadüfi bir karşılaşma var. Filmin gerçekliği bu tesadüfün eseri. Aksaray’daki bir dönercide tanıştığı sinemacılar, Carmine’ı üst katta ucuz televizyon dizileri çekmek için kurdukları Alemdar Ajans’a götürürler. Hafta içi çekim olacağını, Carmine’ın da filmin Büyükçekmece yakınlarındaki setine gelip film çekebileceğini söylerler. Carmine sonrasında bu film setinde, sadece o evde olanlardan habersiz oraya sığınmış Suriyeli mültecilerle değil, aynı zamanda Kürt yönetmenin Kürt, Türk, Suriyeli ve Iraklı oyuncu ve film ekibiyle de tanışıyor.

Bu filmin metrajı, Zayiat’ta olduğu gibi, “Gerçek Kesit” estetiğine de hem bir yakınlığı hem de bir uzaklığı var. Her ne kadar tüm sahneler birer canlandırma olsa da, bu sahneler aslında gerçeğin de tam kendisi, hem gerçek kadar sert hem de acemice olduğu için o kadar az sahici. Bu film bir yeniden canlandırma olmaya çalışan ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyen bir canlandırma olarak okuyabilir. Başarısız bir canlandırma ironik olarak aynı zamanda başarılı, siyasi çatışmayı en iyi şekilde veriyor. Filmin mesajı filmde tıkalı kalıyor, son repliğin bir türlü söylenememesi, aynı zamanda, barışın da bir türlü gelememesi anlamına geliyor. Bu siyasi kader, filmin başarısızlığına dönüşüyor. Filme adını veren Kürtçe replik aynı zamanda en klişe ibarelerden de bir tanesi, hiçbir sahiciliği olmayan beylik bir ukde.

Bu metrajın ilk sahneleri, korkutucu bir şakanın ürünü. Türk askeri kılığındaki üç mülteci Arap dublör, Büyükçekmece’deki evin arka odasına girer ve oraya sığınmış, uyuyan iki Suriyeli mülteciyi namlularıyla dürtüp uyandırır, kimlik sorarlar. Mülteci Araplar bu sefer asker rolündedir, şüpheliler de o ülkenin asayişinden sorumlu kişilerin kimliğine bürünememiş Arap mültecilerdir. Burada mukadderatın getirdiği bir ironi mevcut. Bu beklenmedik baskın, Suriyelileri korkutur.

“Film içindeki film” bir barış filmi. Oğlu dağa çıkmış Seyyit’in dağdan indirmesi için kapıya dayanan askerler, bir sonraki sahnede oğlunun naaşını getiriyor. Seyyit’i oynayan oyuncu, filmin yönetmeni gibi Kürtçe biliyor, ama Seyyit’in eşini oynayan kişi Kürt asıllı olmasına rağmen Kürtçe replikleri hiçbir şekilde söyleyemiyor. Tecritlenmiş anadilinde bir ağıt bile yakamıyor, barışa dair bir-iki kelam bile edemiyor.

Filmde konuşulan üç dil var ve bu oyuncuların arasında bu üç dili konuşabilen hiç kimse yok, bazı kişiler ikişer dili de anlıyor ama sonuçta devamlı bir durum çevirisi var. Kürt yönetmen ve Seyyit rolündeki oyuncu hem Kürtçe hem Türkçe konuşurken, durmadan asker kılığındaki dublörle selfie çeken kız, hem Arapça hem Kürtçe konuşabiliyor. Filmde bu üç dil, film karesinde üç ayrı yere konan altyazılarla imleniyor, siyasi krize ve bu çok kültürlü etkileşimi göremeyen dışarıdan bir göz için filmi deşifre etmenin tek yolu bu. Aksi takdirde, dışarıdan bakan göz, bu metrajı yekpare görebilir, bu anlamda bir sürü ince okumayı ve tespiti kaçırabilir.

Bu filmi “gerçek kesit” estetiğinden ayıran, sahnelerin basitliği, aleladeliği değil, bir anlamda gerçeğin bir türlü işlememesi, gerçekleşememesi. Bu, Zayiat’taki gerçek kesik gibi önümüze konuveren bir gerçek. Hem kesit hem de kesik. Temenni edilen barış da senaryonun bir parçası, ama dillendirilemeyen, onulamayan bir parçası. Bu gerçek kesitler amatör oyunculuk, bazı konulara aşırı vurgu vs. nedenlerle gerçeklikten ne kadar uzaksa, o kadar da aslında oyunculuğun, rolün de o kadar taklidi. Taklit, burada kendini tekrara indirgiyor, tekrarsa bir türlü aslını bulamıyor, hep tekrar ettiğinden uzaklaşıyor, anlamsızlaşıyor. Bir anlamda da görünene, yaşanana öylece indirgeniyor ve gerçek bir kesikte de olduğu gibi, siyasi kaderi teşhir ediyor.