Merlyn Solakhan'ın Filmlerinin Türkiye Sinemasındaki Yeri

Burak Çevik

Merlyn Solakhan’ın 1984 tarihli ilk filmi Tekerleme, Fol Sinema dahilinde 13 Ekim 2017 tarihinde gösterilidi.
Gösterime eşlik eden 100 adet kitapçık basıldı. Bu kitapçıkta, Burak Çevik’in SALT Araştırma Fonu ile desteklenen araştırmasından ortaya çıkan ‘Merlyn Solakhan’ın Filmlerinin Türkiye Sinemasındaki Yeri’ başlıklı bir yazı yer aldı. Burak Çevik, gösterim öncesi bu araştırmasından yola çıkarak bir sunum gerçekleştirdi.

Bir dostum, bir Youtube linki gönderiyor ve ekliyor: ‘‘Bunu çok seveceksin’’ Merlyn Solakhan’ın Tekerleme filmiyle böyle tanışıyorum.

Kötü bir VHS kasetten yansıtılan görüntü, başka bir kamera aracılığıyla kaydedilmiş ve bu görüntü Youtube’a Selim Karlıtekin tarafından yüklenmiş.

Filmi izledikten bir buçuk yıl sonra Tekerleme, 30 senenin ardından ilk defa Türkiye’de 16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Fol Sinema ve !f İstanbul ortaklığıyla kürate edilen festivalin ‘Başka Haller’ bölümünde gösteriliyor. Bölümün ortak küratörü olarak benden bir katalog yazısı yazmamı rica ediyorlar.

Filmi şöyle anlatıyorum: 1985 yılı. Türkiye'deki askeri darbeden beş yıl kadar sonra bir kadın, İstanbul sokaklarında dolaşıyor. Tekinsizlik insanları ve tüm şehri sarmış durumda, eksik olan bir şeyler var. Arkadaşlıklar, havadan sudan sohbetler, bıkkınlık, arayış, yitiş ve ardından bir umut adaya gidiş. Tüm bunlardan geriye kalan ne? Merlyn Solakhan'ın ilk filmi olan, başrollerini Mustafa Irgat ile Zümrüt Pekin'in paylaştığı Tekerleme, 1986 yılında Berlin Film Festivali'nde gösterilmiş, ardından da unutulmuş bir yapıt. Belli ki o dönem rağbet gören politik gerçekçi filmler karşısında bir kaba konulamamış, etiketlenip rafa kaldırılamamış. Oysa filme bugünden bakmak bize bambaşka anlamlar sunuyor. Türkiye'de otuz yıl sonra ilk defa gösterilecek olan film, tekerlemenin teklemeye dönüşümünü Türkiye sinemasında daha önce hiç karşımıza çıkmayan özgün bir estetikle sunuyor.

Peki, Türkiye sinemasında daha önce karşımıza hiç çıkmadığını düşündüğüm bu özgün estetik neydi, nasıl bir şeydi? Ben neden bu filme bu kadar tutulmuştum? Neden bu filmin özel olduğuna inanıyordum? Yanılıyor olabilir miydim? Öncelikle ufak bir seziden bahsedebilirim. İnsanların mimiksiz ve direkt konuşması, tekerlemenin diyalogun yerini alması ve bizi filmden yabancılaştıran diyalogların artık enformasyon verme aracından başkalaşması bana Straub & Huillet çiftinin sinemasını hatırlatmıştı.

Straub & Huillet çifti filmografileri boyunca marksist metinleri [ki bu metinler makalelerden piyeslere kadar farklı çeşitlerdeydi] sinemanın kendine has diline uyarlamaya çalıştılar. Zaman zaman deneysel bulunan bu çabalarında, Brechtyen yabancılaşmayı sıklıkla kullandılar. Filmlerindeki karakterlerin mimiksiz yüz ve duygusuz tonlama ile konuşmaları, çiftin metni önplana koyan sinema anlayışından kaynaklanmaktaydı.

Tekerleme filminde Straub & Huillet izini ilk olarak metni önplana koyan bu anlayışta fark etmiştim. Sonra filmdeki iki karakter konuşurken, biri diğerine ‘‘Straub’un son filmini gördün mü?’’ diye soruşu, beni biraz daha heyecanlandırdı. Yine de noktaları birbirine bağlayamıyordum. Tekerleme’nin jeneriğinde, filmin sesçisi olarak geçen Manfred Blank, Straublar’ın filmlerinin neredeyse tüm jeneriğinde yer alan bir isimdi. Bazen asistan, bazen sesçi bazen de filmde yer alan bir oyuncu olarak. Tekerleme’yi izledikten 6 ay sonra Merlyn’e ulaşabildim. Berlin’de yaşadığını söyledi ve mail adresini verdi. Mail aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz ilk irtibattan sonra yakında İstanbul’a geleceğini ve yüz yüze konuşabileceğimizi söyledi. 18 Ağustos 2015’te Merlyn Solakhan ile Galatasaray’da bir kafede buluştuk. Karşımda 60 yaşlarında cümlelerini tartarak konuşan ve yorgun olduğu anlaşılan bir yönetmen vardı. İlk gizemi kendi hayatını anlatırken araladı. Baba tarafı Ermeni asıllı, anne tarafı Yunan asıllı kuşaklar boyu İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak 1955 yılında dünyaya gelen Merlyn, küçüklüğünden itibaren Roma, Osmanlı ve Bizans kültürü ile büyümüş. Adaların denize dik inen arnavut kaldırımlı sokaklarından, boğazda usulca ilerleyen vapurun kesintisiz plan sekans çekimine kadar Tekerleme’ye dekor olan İstanbul şüphesiz Merlyn ve sineması için önemli bir unsur. Daha sonradan İstiklal Caddesi’nde yürüdüğümüzde ‘‘Artık buraları tanıyamıyorum’’ demesindeki hüzün de böyle anlaşılabilir. 1990 yılında gerçekleştirdiği ‘‘Berlin’deki Asyalı Kadın Yönetmenler’’ başlıklı Fumiko Matsuyama imzalı söyleşinde belirttiği gibi; ‘’Önemli olan nereye gittiğim değil, çocukluğumu ve gençliğimi nerede geçirdiğim. Benimle ilgili her şey, bu şehirle bağlantılı. Bu nedenle filmlerimin de mekanı İstanbul. Bu şehre sürekli dönüp duruyorum çünkü en iyi bildiğim şey bu; İstanbul.’’ 1970’lerin ikinci yarısında daha sonradan evlenip, boşanacağı Salih Ecer ile birlikte Türkiye İşçi Partisi’nde aktif rol alıyor; çeşitli film gösterimleri düzenliyor. 1976 yılında Ernst Alexander Rauter’ın ‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur’ adlı kitabını Türkçeye çeviriyor. 1979 yılında Balkan Filmleri Şenliği’nin organizasyon ekibinde yer alıyor. Şenliğin ardından aynı yıl 23 yaşındayken Almanya’daki DFFB’e kabul alıyor ve sinema öğrenmeye başlıyor. 1983 yılında daha sonradan kendisine hayat arkadaşı olarak seçeceği Manfred Blank ile [hatırlarsanız Tekerleme filminde sesçi olarak yer alıyordu] birlikte yaptığı yarı kurmaca yarı belgesel 60 dakikalık ilk filmi Şehir, beklendiği üzere üçbin yıl içinde Bizans, Konstantinople ve İstanbul olarak üç ad taşımış çok eski bir kenti anlatır. Film üç insanı iş başında gösterir: Yüzlerce balonu şişirip kocaman balon kümelerine bağlayan balon satıcısı, en az kendi yaşında bir fotoğraf makinası ile dolaşan yaşlı bir fotoğrafçı ve ellerinde sondaj aletleri ile şehrin eski sokaklarında yeraltındaki patlamış su borularını arayan “sızan suyu duyan” erkekler. Kamera seyirciyi tanımadığı bir şehirde bir turist gibi gezdirir. 2004 yılında Almanya’nın Karlsruhe kentindeki sinematekte, İstanbul’a dair filmlerin gösterildiği bir seçkide yer alan Şehir için, aynı festivalin kitapçığında şu cümleler yer alıyor: Zamanla bu film artık varolmayan bir İstanbul'un dökümanı haline geldi: Şehir, surların restorasyonu sonrası Hollywood kulislerine benzedi; Galata Köprüsü yerini trafiği rahatlatan yeni bir köprüye bıraktı; Hipodrom “Lütfen basmayınız” çimenleri ile yeşillendirildi; 40'lı yıllardan kalma Amerikan arabaları ile yolcu taşıyan dolmuşlar tek tek kaybolup yolları metroya, eski vapurlar suları gürültülü deniz otobüslerine terkettiler; ve mükemmel ışıklama tekniği fotoğrafçı Nafız ile birlikte hayatını kaybetti. Bunun muhteşem bir karamsarlık ve melankoli hissi barındırdığına inanıyorum. Tekerleme filminde de yer alan bir his. 1985 yılında yani Şehir’den tam 2 yıl sonra DFFB’deki sinema eğitimini bitirme projesi olarak gerçekleştirdiği Tekerleme’de değişen sokak isimleri de benzer bir his bırakmıyor muydu? Merlyn, 2015’in Ağustos ayında Galatasaray’da yürürken ‘‘Artık buraları tanıyamıyorum’’ derken benzer bir histen mi bahsediyordu? Merlyn Solakhan, DFFB ‘yi bitirme projesi olarak Tekerleme filmini yaparken filmlerini akademide gösterip, öğrencilerle sohbete gelen Jean-Marie Straub’un sinemaya bakışından etkilenmişti. Ancak yönetmen, yine de onu asıl etkileyen ismin Straub değil, belgesel sinemacı Peter Nestler ve de Fransız sinemacı Jacques Rivette’in serbest çalışma biçimi olduğunu ısrarla söyleyecekti. Tekerleme, 1986 yılında Berlin Film Festivali’nde gösterildiğinde Merlyn’in söylediğine göre hiçbir tepkiyle karşılaşmadı. Bu konuyu açtığımda, yüzünde ufak bir ekşimeyle ‘‘Keşke iyi ya da kötü bir tepki alsaydı. Ancak yok sayıldı.’’ dedi. Bu durum sadece Almanya’daki festivalde değil, Türkiye’de de benzerdi. Dönemin kültür sanat dergilerinden ‘Hürriyet Gösteri’nin Nisan 1986’da yayınlanan sayısındaki İbrahim Altınsay’ın kaleme aldığı ‘Berlin Kinoplatz’da 12 Gün – 12 İzlenim’ başlıklı yazıda, Altınsay, festival süresince izlediği kırkı aşkın uzun metraj ve yirmi kadar kısa filme dair izlenimlerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koyarken ne Merlyn Solakhan’dan ne de Tekerleme’den bahseder. Dönemin bir diğer önemli kültür sanat dergisi olan Milliyet Sanat Dergisi’nin 15 Mart 1986 tarihli 140. sayısındaki 36. Berlin Film Festivali’ni inceleyen ayrıntılı yazıda Türkiye’den Yusuf Kurçenli’nin ‘Ölmez Ağacı’ ve Muammer Özer’in ‘Bir Avuç Cennet’ filmlerinden kısa da olsa bahsedilirken yine Tekerleme’den bahsedilmez. Film Türkiye’de sadece bir kere, Büyükada’da Seferoğlu adlı eski bir Rum konağında, İzzet Yasar, Seçkin Yasar, Mustafa Irgat, Ayşe Şiir Öke ve Zümrüt Pekin’in katılımıyla halka kapalı olarak gösterildi. İzzet Yasar bu vesileyle Merlyn Solakhan’a ithaf etmiş olduğu ‘Seferoğlu’nda Mucize’ adlı şiirini kaleme aldı. 2 yıl sonra Onat Kutlar, Milliyet Sanat Dergisi’nin 15 Mart 1988 tarihli 188. sayısında ‘Berlin’de Üç Türk Sinema Sanatçısı’ başlıklı yazısında İzzet Akay ve Sema Poyraz ile birlikte Merlin Ecer ile bir söyleşi gerçekleştirir. Bu söyleşide Onat Kutlar, Merlyn’i tanıtmaya şöyle başlar: ‘‘İstanbullu aydınların bir bölümü onu, 1970’li yıllarda henüz çok genç bir öğrenciyken Türkiye İşçi Partisi’nde Salih Ecer ile birlikte yürüttükleri kültürel etkinliklerden tanır. Sinemaverler de, 1979’da üllemizdeki ilk gerçek uluslararası sinema şenliği olan ‘Balkan Film Şenliği’ kadrosundan. Merlyn Ecer, genç Türk sinemacıları arasında çok özel bir yere sahip. Sinema dilinin yenilenmesi, yeni anlatım olanaklarının keşfi denince akla bir sürü isim gelir; Melies, Griffith, Eisenstein, Kuleşov, Franju, Clair, Resnais, Godard, Warhol, Straub ve niceleri. Belki geniş kitlelerin ilgisini çekmeyen ama öncü değerleri tartışılmaz olan bu gözüpek deneyler, yeryüzüne bakışımızı, sinemayı kavrayışımızı değiştiriyor, yeni ufuklar açıyor.’’ Merlyn ilk eşi Salih Ecer’den ayrılmış, Almanya’ya giderek Manfred Blank ile birlikte ‘blankfilm’ adında bir film şirketi kurmuştu. Bu film şirketinde başta Alman televizyon kanalı ZDF olmak üzere çeşitli televizyon kanalları ve bölgesel kültür destekleriyle bir dizi belgesel yapmaya başladı. Bu belgesellerin ilki, Onat Kutlar’ın hem ortak yapımcısı hem de belgeselin anlatıcısı olduğu Hayal adlı belgeseldi. Onat Kutlar, Merlyn’e ne hakkında çalışmak istediğini sorduğunda, Merlyn’in ilk aklına gelen ve çalışmak istediği konu Karagöz Hacivat olur ve ortaya bu gölge oyunu hakkında bir belgesel çıkar. 16mm’ye çekilen 81 dakikalık Hayal adlı belgesel, 1991 yılında Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde gösterilir. Merlyn, 6 yıl sonra bu sefer bir belgesel ile Berlin Film Festivali’nde yer almıştır. Beklendiği gibi Hayal seyirci tarafından pek bir yere konulamaz. Merlyn bu konuda şöyle diyor: ‘‘Nasıl bugünlerde mülteci sorunu ön plandaysa o yıllarda da Türk göçmen işçi sorunu vardı ve özellikle Türkiye’den gelen bir sinemacı tarafından onların sorunları ve çıkmazlarıyla ilgili konular bekleniyordu. Benim unuttuğum ancak Manfred’ın hatırladığı bir anektod var; Gösterimde Manfred’in dostu olarak Jean-Marie Straub da vardı ve bir yerde o kendine özgü yüksek sesiyle seyircileri azarladı. Seyircilerden biri: "Bu çok eliter, seçkin bir çevrenin konusu" demişti, ya da ona benzer bir şey. Jean-Marie de "Görmüyor musunuz, bunlar elleriyle çalışan zanaatkar insanlar!" diye bağırmıştı. Kendisine 22 Şubat 2016 tarihindeki Mithat Alam Film Merkezi’ndeki moderatörlüğünü yaptığım söyleşide neden belgesele döndüğünü sorduğumda; ‘‘Ben belgesel ile kurmaca ayrımı yapmıyorum. Her çekilen görüntü bir yorumdur. Yorumun dışında bir şey değildir’’ diyecekti. Festivalin kataloğunda, Manfred Blank’in kaleme almış olduğu filmin uzun sinopsisinde ise şöyle yazılacaktı: Bu uzun metrajlı kurmaca bir film mi ya da belgesel mi? Bu, bir tiyatro filmi, komik anları yakalayan bir film, farklı nesneler üzerinde bir belgesel, bir çeşit biyografi, aynı zamanda bir müzikal. Merlyn, sinemayı ve sinemasını türlere ayırmamaya çalışırken çözümü yaptığı filmi tüm türlere dahil ederek bulmuştu. Hayal’in ardından Merlyn kurmacadan ayırmadığı belgesellerine devam eder; 1995 yılında Yaşar Kemal ve Doğası adlı 30 dakikalık bir film yapar. Bu filmde Yaşar Kemal ile birlikte yazarın ‘Ortadirek’ romanının güzergahı olan Toroslar’dan Çukurova’ya pamuk toplamaya inerek edebi bir seyahate çıkar. Yaşar Kemal belgeselin bir yerinde şöyle der: ‘‘Bütün insanlar göçebe benim için, bana göre bütün insanlar göçebe. Göçebe olmayan yok. Yerleşme zaten çok az bir zamandır, şehirlerin kurulması insan tarihinde, küçücük bir zaman dilimi içindedir.’’ Şimdi tüm bu bilgiler eşliğinde izlerken Merlyn’in Yaşar Kemal ve edebiyatına olan ilgisini daha iyi anlamlandırabiliyorum. 1996 yılında Sipan-Komitas adlı bir Ermeni korosunun belgeselini yapar. 1997’de Pera çevresindeki pasajları ve burada yaşayan azınlıkların yaşamını konu alan Cite de Pera belgeselini gerçekleştirir. 1998’de Harem: Kadınlar Okulu adlı belgeseli yapar. 2002’de ise son filmi Boğaz’a Sürgün’ü gerçekleştirir. Boğaz’a Sürgün, Hitler’den kaçıp Türkiye’ye gelen ve Manyas Kuş Cenneti’ni keşfeden zoolog Curt Kosswig’in yaşamını anlatır. Merlyn’in belgesellerini mekan, söyleşi yaptığı kişiler, kullandığı alıntılar ve tarihsel olaylar alt başlığında datasal parçalara ayırırsak ortaya bir grafik çıkıyor.

Merlyn bu grafiğe baktığında bana şöyle dedi: ‘‘Bu şemaya baktığımda, yaptığım sinema ekseninde hep ‘bir arada yaşamanın’ olduğunu görüyorum. Nedenler ve özlemler ise karışık.’’ Bence bu grafiğin bize söylediği en bariz şey; Merlyn’in azınlıkların hikayesini anlatmayı tercih etmiş olmasıdır. Azınlıklar ve yaşadıkları tarihsel olaylar; Koro’da Ermeni Soykırımı, Hayal’de İstanbul’un göç alması ve azınlıkların ayrılması meselesi, derici olan eski hayal oyuncularının yani karagöz hacivatcıların Rum kökenli olması, Pera’nın sakinleri ve 6-7 Eylül Olayları sırasında yaşadıkları, Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan Robert Anhegger'ın eşi olan ve Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi dahil Anadolu’da önemli eski eserleri tamir eden Mualla Anhegger-Eyüboğlu, Robert Anhegger ile benzer kaderi paylaşan zoolog Curt Kosswig. Bir göç hali; bir dışlanmışlık, ötede kalmışlık, hayata devam etme çabası ve bu çabanın yarattığı hikayelerin çevresinde dönmüştür Merlyn.

Tekerleme’de değişen sokak isimleri, artık yeri ve yurdu tanıyamama, bilindik coğrafyalarda kaybolma hali değil midir? Tekerleme filminin diyaloglarını kaleme alan şair İzzet Yasar ile yaptığım söyleşide şöyle diyor: Bir şey olmuş, bir çok şey değişmiş, sokak adlarına kadar. Türkiye'ye yıllar sonra gelen kadın eski arkadaşlarının çoğunu bulamıyor. Nerede oldukları belli değil. Kürklü adamları denize atan öfkeli solcular kendileri kürk giyer olmuş. Ama beyin fırtınasında Allah'a bile slogan üretebilen modern kapitalistler olarak gene de devletle çelişkileri var: reklam kampanyasına zorluk çıkaran bürokrasiyle mesela. Ve artık içki sofralarında siyaset konuşulmuyor, üretim tarzı tartışmaları yapılmıyor. Sokak isimleri üzerinden aklımı kurcalayan resmi tarihin masal olmasını Gündüz Vassaf ile yaptığım söyleşide Gündüz Bey şöyle dile getirdi: Filmde sokakları görürken önce 'Hikaye Sokağı'nı görüyoruz ardından da 'Sağlam Fikir' sokağını. Bu bize resmi tarih ile resmi tarihin masal olmasını çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Üstelik inanır mısınız, bunlar gerçek sokak isimleri! Ben tam bu noktada, Gündüz Bey’in söylediklerini aklımızda tutarken bir parantez açmak ve size 15 saniyelik bir filmi hatırlatmak istiyorum.

Yer Makedonya, sene 1905. Çekenler Manaki Kardeşler, sonra bizim Sultanları da çekecekler. Despina nine örüyor, o örmeye başlarken bizde de sinema tarihi başlıyor. Bizim tarihin, eski Osmanlının ilk filmi.

Oysa Türkiye’nin resmi tarihi bunu böyle kabul etmiyor. 2014 yılında Türkiye Sineması’nın 100. yılını kutladığımıza göre, kabul edilen ilk film bir Osmanlı Subayı olan Fuat Bey tarafından 14 Kasım 1914'te çekilen şimdilerde Yeşilköy olarak bildiğimiz Ayastefanos yakınlarındaki 93 Harbi'nin anısına Ruslar tarafından inşa edilen Ayastefanos Rus Abidesi'nin yıkılışının konu edildiği film. 1953 yılında Nurullah Tilgen tarafından ilk Türk filmi olduğu ortaya atılmış, filmin hiçbir kopyasının bulunamaması ve varlığına dair somut bir delilin olmaması nedenleriyle bu iddiaya karşılık ilk şüphe de 1970 yılında Nijat Özön tarafından dile getirilmiştir.

Günümüzde bu filmin gerçekten var olduğuna dair tek bir somut kanıt olmamasına rağmen resmi tarih nedense Despina Nine’yi ve esasen Manaki Kardeşler’i pek sevmemektedir. Tarihini böyle kuran Türkiye Sineması, Merlyn Solakhan’ın elinden çıkan ve azınlığı anlatan sinemasını görmezden gelmiş olabilir mi? ‘‘Hiçbir şey işlemiyor… En çok emek verdiğim şeyler beni en çok hayal kırıklığına uğrattı.’ cümleleriyle biten Boğaz’a Sürgün, Merlyn’in bize söylemek istediği cümlelerden biri olabilir mi? 2002’den sonra neden üretmeye devam etmediniz soruma, ‘‘Yoruldum’’ diye tek kelimeyle cevap vermesinin sebeplerinden biri bu olabilir mi? Yerelin dilini yani bi anlamda minör edebiyatını, evrensele yaklaştırabilen ve göçebe insanı anlatan Yaşar Kemal’in edebiyatı ile Merlyn’in Sineması arasında bir izlek oluşturabilir miyiz?

Onat Kutlar’ın Merlyn Solakhan ile gerçekleştirdiği ve daha önce alıntılarda bulunduğum söyleşisinde Merlyn şöyle diyor: Birçok sanatçı çoktan yurdunu kaybetmiş durumda. Çağımızın bir sorunu; yurdumuzun nerede olduğu. Yaşadığımız yerde mi? Doğduğumuz yerde mi? Çalışmak zorunda bırakıldığımız yerde mi? Ya da çalışabileceğimiz yerde mi? Yoksa kendimize bilerek seçtiğimiz bir yurt mu var? Onat Kutlar, bu yerin Almanya olup olmadığını sorduğunda ise Merlyn, ‘‘Bunu zaman gösterecek’’ diyor.

Zaman bazı şeyleri bize gösterebilir ve hatta değiştirebilir mi? Gündüz Bey, konuşmamızın bir yerinde filmde en çok ilgisini çeken noktayı vurgulamak için şöyle demişti: Luchino Visconti'nin 1963 yapımı Leopar filmi İtalyan aristokrasisinin burjuvalaşan köylü önünde nasıl ezilip yer değiştirdiğini anlatır. Sermaye ve siyasi güç değişse de iktidar el değiştirse de hayatın değişmemesi bakımından filmin en önemli cümlesi şudur; her şey değişti, ama hiçbir şey değişmedi. Tekerleme'deki ilk diyalog da tam olarak bu; birisi ‘‘Hiçbir şey değişmedi’’ diyor, ötekisi ise ‘‘Her şey değişti’’ cevabını veriyor. Tekerleme filminin girişinde, boğazı geçen vapurda birbirini uzun süredir görmeyen iki insan karşılaşır. Biri diğerine ‘‘Hiç değişmemişsin’’ der, diğeri ise karşılık verir; ‘‘Her şey değişti’’. Tekerleme filminde değişime direnen tek karakter olan İzzet Yasar’ın karakteri ölür. Darbeler olur, sokak isimleri değişir, şehirler değişir hatta sinema yapım pratikleri bile değişir ancak diğer yandan hiçbir şey değişmez.

Araştırmam boyunca, Merlyn Solakhan’ın Türkiye Sinemasındaki yerine bakarken, aslında olmayan yerine bakıyordum. Gözden kaçmış, gözden kaçırılmış. Bilerek ya da bilmeyerek. Bu halen devam eden bir araştırmadır. Şu ana kadar olan kısım; İzzet Yasar, Gündüz Vassaf ve Merlyn Solakhan ile yapılmış sözlü tarihe odaklı ayrıntı söyleşi ve Merlyn Solakhan’ın filmografisinin toplu bir analizini, belgesellerde yer alan toplumsal olayların, kişilerin ve mekanların dökümü kapsamaktadır.

Araştırmanın devamında, halen söyleşi yapamadığım Seçkin Yasar ve Thomas Balkenhol ile söyleşi gerçekleştirmeyi ve araştırma sürecinde elde ettiğim tüm belgeleri ve söyleşilerin not dökümlerini tek bir belge haline getirmeyi planlıyorum.

Bu süreçte destekleri için başta SALT Araştırma Fonu olmak üzere Öykü Canlı, Hasan Cem Çal, Deniz Tortum, Bengü Özakıncı ve Naci Emre Boran’a teşekkür ederim.


2016 yılı SALT Araştırma Fonları Proje Sunumları
16.12.2016, SALT Galata