Senin Kendinle Olan Bağınla, Bağ Kurabilir Miyim?

Melda Köser

Fol Sinema, 28 Kasım 2015 tarihinde Volkan Ergen’in Yeni adlı filminin gösterimini düzenledi. Gösterim, yönetmenin katılımıyla gerçekleşti.


Gösterime eşlik eden 100 adet kitapçık basıldı. Bu kitapçıkta, Volkan Ergen’in kaleme aldığı bir önsöz, Ayça Telgeren’in, Volkan Ergen ile gerçekleştirdiği ‘Yeni Hakkında Mülâhaza: Pazu’ başlıklı söyleşisi ve Melda Köser’in ‘Senİn Kendİnle Olan Bağınla, Bağ Kurabİlİr Mİyİm?‘ başlıklı yazısı yer aldı.


Bittikten sonra ardında sorular bırakan her tür ilişkiden etkilendiğimi söyleyebilirim. İşte “Yeni” bittikten sonra da böyle oldu.

Film boyunca, Volkan Ergen’in tamamen bilinçli bir şekilde yarattığı bilinçsizlik hissini kendi dinamiğimde hissedip durdum. “Yeni” başladıktan kısa bir süre sonra ekranla aramdaki duvarı hızla hissetmeye başladım. Volkan Ergen’in duvarı izleyiciyi ve oyuncuyu önce birleştiren sonra keskin bir şekilde ayıran, görünmez ama kuvvetli, şeffaf bir zar gibiydi. Yönetmenin oyuncularla kurduğu oyun ve bu oyunu izleyenler arasında süre gelen bir duvar. Şu an, şimdi, şu, diyemeyeceğin ama izleyiciyi hem oyunun içinde hem dışında tutan. Bu tavrı sayesinde Volkan Ergen, izleyen an’a dahil olmak üzereyken, dışarıdan gelen, zekice akışına kattığı, manipüle edilmiş görseller, sesler, görüntülerle, sizin dalıp gitmek istediğiniz an’da bunun aslında başkasının hikayesi olduğunu anımsatıp oyunu bozuyor. Ben şahsen bundan hoşlanıyorum. Bir şeyin içinde ama dışında olma durumundan.

Filmin bir noktasında (on dördüncü dakikada başlayan ve bir dakikadan biraz fazla süren) bir karanlık vardı. Bahsettiğim duvarı en çarpıcı şekilde hissettiğim yer orası olmalı. Başta bu durumun sinemasallığına teslim oldum fakat karanlık devam ettiğinde, sesler değiştikçe, ne görüntüyü ne de sesi kontrol edemiyor olmanın üzerimde yarattığı hisse şaşırdım. Bir yandan ekranın takılıp takılmadığını kontrol etme isteğimi bastırmaya çalışırken bir yandan da aklımdan geçenleri duymaya çalışıyordum. Sahne sona erdiğinde tek bir düşünce ayyuka çıktı “benim kontrolümün kalmadığı o an’da, başkasının yarattığı ve dayattığı karanlığı aydınlatma isteğim ne kadar da içgüdüsel... “Senİn Kendİnle Olan Bağınla, Bağ Kurabİlİr Mİyİm?MELDA KÖSER İlk sahnede performans sanatçılarının, müziğe, an’a, kendi oyunlarına teslim oluşunu izlerken başka bir soru zihnimi kurcalayıp durdu. Çok basit bir soru bu, sadece gördüğüm şeyin beni direkt olarak yönlendirdiği bir yerden çıkıveren. İnsan, insan olduğu fikrini unuttuğunda ne olur? İnsanoğlunun kendine yüklediği sosyal yetilerini unutması, insanı tekrar doğanın bir parçası haline getirebilir mi? İnsan, insanlığını unutabilir mi? Peki, unuttuğunda hala insan mıdır? Yoksa artık güdüleriyle akan bir hayvan mı?Güdüler.. “Yeni”yi izlerken etrafımda dolaşıp durdular. Bunu fark ettiğim an, performansı yaşayan sanatçılara daha dikkatli baktım. Onlardan ziyade onlara hareket veren güdülerinin ne yaptığına. O zaman gördüm ki, insan ötekine uzak, bağımsız ve birincil bir ahenk ile ilerlese de, başka bir benlikle yakınlaştıkça birbirinden etkilenmeye başlıyor. Solo olarak başlayan hareket zincirleri, yan yana geldiklerinde, önce etkilenerek sonra ise tamamen beraber yarattıkları bir uyumla ilerliyor. İnsan, en güdüsel haliyle bile ötekiyle olan bütünlüğün peşinde midir o zaman?Ardında an’a teslim oldum. An nedir peki? An dediğimiz yerin birleşenleri nedir? Koku, alan, ses...“Yeni”de müziğin kuvveti gözden kaçmayacak kadar büyük bir yer tutuyor. Filmin içindeki rolü dışında, ses, enstrüman ve müziğin salt kendi halinden bahsediyorum. İzlek boyunca seslerin ve enstrümanların, benim ruh halime şekil verebilme becerisini gözlemledim.

Volkan Ergen’in kullandığı görüntüler, manipülasyonlar, benim için izlediğim şeyin eti kemiği gibiydi. Hataları manipüle ederek yarattığı görsel his, kendiyle olan iletişiminin başarılı bir izahı gibiyse de benim bu iletişimle başka bir bağ kurmama da müsaade etti. Bir sahnede ruh ve beden arasındaki tüm katmanları gördüğümü düşündüm mesela. Bu katmanlar, oradaki aktörün, o görüntüye yön veren yönetmenin ve bir izleyen olarak benim hem beraber hem ayrı algıladığımız fakat sadece algılama biçimimle bile beni oyuna katan tuhaf bir sahneydi. Tam olarak bu noktada, net bir şekilde, başkasının kendiyle olan bağıyla bağ kurduğumu fark ettim.

“Yeni”nin dağınık gibi görünen akışında aslında sabit bir üçgen var. Totalde bir illüzyon izliyor hissi veren bu üçgen; hipnotik bir teknikle, tekrara düşme ve bunu kişiselleştirme üzerine kurulu. Genel olarak izlerken o hipnozun içinde olduğunuzu, Volkan Ergen’in duvarı kullandığı ana kadar fark etmiyorsunuz, sonra birden her şey yine aynı hipnotik biçimle tekrara düşüyor. Bütün bu yapı bozumu aslında çok kişisel bir şeye maruz bırakıyor insanı. Bir noktadan sonra, bir başkasının biçiminde, kendi hipnotik, kendi obsesyonlu, kendi tekrara düşen yerlerinizi anımsamaya başlıyorsunuz. Başkasının tamamen kişisel olan bir ruh halini alıp içselleştiriyorsunuz, sonra bum! Karşınıza bir dakika bu benim dinamiğim, benim seslerim, benim tekrarım, benim illüzyonum diyen bir duvar çıkıveriyor.

Tüm bu bahsettiklerimi en derin şekilde hissettiğim anlar, son dakikalardı diyebilirim. Oyunda olan oyuncunun, oyununu bozup, tekrarlara düşürüp, hipnotik bir hale soktuktan sonra, gözümün algısını değiştirmeyi becerdi Volkan Ergen. Bennu Gerede’nin oyununda kullandığı beden dilini üst üste farklı ritimlerle izledikten sonra, tüm bu hareketler başka bir akışa dönüştü. O an, izlediğim kadının bana “içimdekileri susuyorum, tüm söylediklerim içtenlikle söylendi“ gibi kendi hakkındaki kilit çelişkilerinden bahsetmeye çalıştığını düşündüm. Oysa o sadece bir oyuncunun oyunu, bir yönetmenin manipülasyonuydu! Öyleyse tüm bunları söyleyen ben olabilir miydim? Kırk beş dakika boyunca, bir başkasına ait, oldukça kişisel bir şey izlemiş ama sonunda dönüp kendi içime soru sorar olmuştum?

Aslında izleyenle karmaşık bir bağ kuruyor Volkan Ergen, bunu yaparken, zamanlamayı ustaca ve bazen de güdüsel bir beceriyle hallediyor. Ben bu başarısının, usta bir müzikçi olmasıyla da alakalı olduğunu düşünüyorum. Sahip olduğu ritim duygusu, sinemasında da başarılı bir şekilde hissediliyor. Görsel ve işitsel yetenekleri, Volkan Ergen’i merak uyandıran bir yönetmen yapıyor. “Yeni” estetik ve protest, özgün bir gözün filmi.