Burak Çevik
Öncelikle ben, kendi adıma Mithat Alam Film Merkezi’ne teşekkür ediyorum. Merlyn Hanım’a da ayrıca teşekkür ediyorum. Tekerleme filmi vesilesiyle buradayız; 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Tekerleme gösterildi. Tekerleme’yi ve Merlyn’i otuz sene sonra tanıyor, görüyor olmamız, akla birçok soru getiriyor. Belki de bu soruları cevaplamak için buradayız. Belki de Merlyn Hanım’ın anlatacaklarını dinlemek için buradayız. Öncelikle, kendisi hakkında çok kısıtlı bir bilgi olduğu için, Almanya’da bir sinema okulundan mezun olana dek neler yaptığını onun ağzından dinlemek isteriz, diye düşünüyorum.

Merlyn Solakhan
Merhaba, hoş geldiniz. Burak Çevik’in ısrarlı araştırması olmasaydı, burada oturuyor olmayacaktım. Otuz yıl önce bitirme tezi olarak yaptığım Tekerleme’yi buldu; ve gösterilmesi için çabaladı. Ben de, ‘‘Hayır’’, diyemedim. Benim burada tanınmıyor olmam bir zamanlama meselesidir, diye düşünüyorum. Bir de, onun dışında, film yaparken çok zaman harcıyorsunuz, yoruluyorsunuz. Onları dağıtmak, göstermek ise başlı başına bir iş. Hem benim, hem de birlikte çalıştığım Manfred’in bu konuda yeteneği kısıtlı olduğundan, belki de filmler daha sonra da buralara gelemedi. Bazı belgeseller ise gösterilme şansı buldu, ama bu film bulamadı. Burak’ın sorusuna cevap vermek içinse daha önceden başlamalıyım; 1978-79’larda, Onat Kutlar’la tanışmıştım. Onat Kutlar, o zamanlarda, Ecevit’in döneminde, kültür danışmanıydı. Ve bizi, bugün AKM olan Taksim’deki binada etrafına toplamıştı. Ben de o zamanlarda sinemayı seviyordum. Abim ise tiyatro yapıyordu; iyi bir Brecht oyuncusuydu. O gruba beni de dahil etti. 1978 ya da 1979’da, bir Balkan Film Festivali geliştirdi. Ve biz, gençler olarak, onunla çalıştık. Orada ilk olarak, Angelopoulos’u gördüm ve beni etkiledi. Daha önce, uzun yıllar boyunca sinematek üyesiydim. Biliyorsunuz; 1980’lerde sinematek kapatıldı. Ve o sinemateğin gösterimlerinden besleniyorduk o yıllarda, başka bir şey yoktu. Bir tek Yeşilçam vardı. Ve o festivalin sonunda sinema okumak, benim için formunu bulmuş bir istekti. O yıllarda ise Türkiye’de tek bir sinema okulu bulunmaktaydı. O da Sami Şekeroğlu’nun okuluydu, ama orada pratik bir şey yapamıyordunuz, yalnızca teorik şeyler öğretiliyordu. Ben ise sinemayla ilgili hiçbir şey bilmeyen biri olarak, sinemayı temelinden öğrenmek istiyordum. Böyle karar verdim. Yeşilçam’da çalışmak, çıraklıktan öğrenmek, benim için o yıllarda düşünülemeyecek bir şeydi. Öyle bir cesaretim yoktu. Asistanlık yapan arkadaşlarım vardı, ama gördüm ki ben, o piyasada tutunamazdım, çalışamazdım, ya da istediğim o değildi. İstediğim ise öğrenmekti. Ve böylece okumaya başladım. İki okula başvurmuştum; Münich’e ve Berlin’e. Onların imtihanlarına girdim. Bunlar, özellikle de Berlin’inki, uzun ve kapsamlı imtihanlardı. İki etaptan oluşuyordu; ilk önce bir takım projeler yapıp, sunuyordunuz; sonrasındaysa, bir hafta boyunca imtihan oluyordunuz. Bir şekilde, bu imtihanları başarıyla geçtim ve Berlin’de karar kıldım; çünkü okulun öğretim biçimi çok hoşuma gitmişti. Münich’e oranla kurumsallaşmamış bir eğitim biçimi vardı; açıktı. Eğitim, seminerler halinde düzenlenmişti. Ve sinema öğrencisi olarak yapımdan, yönetime kadar uzmanlaşma imkânınız vardı. Bir yıl teknik öğrendikten sonra, ancak o zaman okulda neyi, nerede bulacağınızı öğreniyordunuz. Ardından çeşitli yapımcılar, ünlü yönetmenler, ya da belgeselciler, kameramanlar çağrılıyordu. Onlar hem teorik, hem de, seminerin sonrasında, küçük bir çalışma şeklinde ortaya çıkacak, projeler geliştiriyorlardı. Önümüzdeki yıl, okulun 50’nci yılı kutlanacak. Okul sol bir gelenekten geliyordu. Sosyal demokrasi zamanlarından, öğrenciler üçlü bir yönetim kabul ettirmişlerdi. Ve o sürüyordu. Yani, üçte bir oranında, öğrencilerin ne öğrenmek istedikleri ve kimden öğrenmek istediklerine dair bir söz hakları vardı. Bu, önemliydi; çünkü istemediğiniz bir hoca, çok uzun bir süre orada barınamıyordu; onu bir yenisi ile değiştirebiliyordunuz. Ve ilgili duyduğunuz insanları çağırabiliyordunuz.

Burak Çevik
Öğrenim hayatınız boyunca, hocalarınızdan bahsedersek, bir şeyler öğrenmek istediğiniz ve sizi bir şekilde etkileyen yönetmenlerden ders aldınız mı?

Merlyn Solakhan
Hepsinden değil, oraya çağrılmış olan birkaç kişiden belki de. Yönetmenlerin kendilerini çağırmasak bile, bunları iletebilecek, film tarihi dersi veren, iyi bir iki hocamız vardı. Örneğin, onlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. O yıllarda, bu tür analizler montaj masasında yapılıyordu. Ve de film olarak yapılıyordu. Bunun üzerine çalışıyordunuz. Bu tür bir pratik, bize filmleri görmeyi, ya da bakmayı öğretti. Sonrasında, 82’de ilk projemi çektim. Okul, öğrencilere iki bütçe ayırıyordu; birincisi, çok ufak bir bütçeydi. Kurmaca veya belgesel yapmakta serbesttiniz, ya da deneysel bir şey de yapabilirdiniz. Bir de bitirme projemiz vardı. İlk filmim İstanbul üzerine bir belgeseldi, son bölümü ise kurmacaydı. Şehir adlı bir belgeseldi. O yıllarda 16mm’yle çalışıyorduk. Diğer arkadaşlarımız kamera ile, ses ile ilgileniyorlardı. Montajı kendimiz yapıyorduk. Okulun bir negatif montajcısı vardı, negatif montaj okulda da yapılıyordu. Okulun çalıştığı laboratuvarlar vardı. Verilen bütçe ile neyi, ne kadara yaparsınız onu öğreniyordunuz; çünkü herkesin aynı, belirli bir bütçesi vardı. Bu projeden ilerleyerek, daha sonradan Tekerleme’yi geliştirdim.

Burak Çevik
Tekerleme’ye gelirsek; Tekerleme’nin çıkış noktasının sizin açınızdan nasıl olduğunu merak ediyorum. Hikâye olsun, oyuncuların seçimi olsun, bu konudan bahsetmek ister misiniz?

Merlyn Solakhan
Tekerleme, yaptığım Şehir filminin devamı gibiydi, ama denemeye devam etmek istedim; çünkü okulun verdiği tüm imkânları kullanmak istiyordum. Piyasaya açıldığımda, yeniden böyle bir şey deneyebilir miydim, hiç bilmiyordum. Yapmak istiyor olduğumu gerçekleştirmek istiyordum. Bir şey deneseniz, ve iyi olmasa da bu, öğrenmek için bir imkândır. O yıllarda bu şekilde düşünüyordum. Ve etkilendiğim yönetmenlerden, biçimlerden yola çıkarak, serbest bir biçim tercih ettim. O yıllarda benim geldiğim Türkiye’de çok kalıplaşmış bir sinema anlayışı vardı; yapay oyunculuklar vardı, ses yoktu; her şey senkronize ediliyordu. Dublaj stüdyoları vardı. Oyuncular kendi sesleri ile konuşmazlardı. Teknik olarak da böyle bir şey denemek istiyordum; 16mm, sesli bir film çektim. Oyuncuların hepsi arkadaşımdı. Bunlar, daha önceden de tanıdığım, kimi yazar, kimi sanatçı insanlardı. Bunlara roller dağıttım. Aslında oynuyor oldukları karaktere de benziyorlardı. Kalıplaşmasın diye onlara diyalog vermemeyi tercih ettim. Diyaloglar çekimden çok kısa bir süre önce yazılırdı ve onlar da, bir iki gün öncesinden, ezberlerdi. Bu şekilde çalışıyordum; bir taslağım vardı ve o taslak çerçevesinde hikâyemi geliştirdim.

Burak Çevik
Film boyunca da, diyaloglarda bir tekerleme havası var gerçekten de. Ve İzzet Yasar da, iki gün önce gerçekleştirilen gösterim sonrasında, diyalogları yazdığından bahsetmişti; diyalogların yazımını bitirdikten sonra, size veriyormuş ve siz de bir gün önceden oyunculara veriyormuşsunuz ki böylelikle, o tekerlemeleri okurken, teklesinler. Filmin isminde de bu mevcut, ortadaki ‘e’ ve ‘r’ küçük fontla yazılıyor, eğer yanlış bilmiyorsam. Bir nevi tekleme aslında, tekerlemenin bir teklemeye dönüşümünü orada görüyoruz.

Merlyn Solakhan
O tekleme, tabii ki oyuncular için geçerli değil, mecazî anlamdaydı. Bütün film bir tekleme gibi, o dönemi yansıttığı için, diye düşünülmüş bir şey.

Burak Çevik
Bir de, buradan yola çıkarak, bir şeye değinmek istiyorum; !f’in kataloğuna baktığımız zaman en çarpıcı kısımlar, 85 senesinde, darbeden 5 yıl sonrasında, aslında sol aydın kesimin İstanbul sokaklarında boş boş dolaşıp, belirli bir yere ait olamayıp, havadan sudan konuşmasının altını çiziyor. Katalog yazısını ben yazdım, ama şu anda belirtmem gerekiyor ki, biraz suçluluk duyuyorum; çünkü filmi oraya sıkıştırmışım. Merak ettiğim bir şey var; politik olarak, arka planda da olsa, böyle bir fikriniz var mıydı?

Merlyn Solakhan
Bu şekilde yazmış olmanın hiçbir zararı yok. Tabii ki, bu insanların hepsi o süreci yaşamış insanlardı. Ben ise burada değildim. Ben buraya geldiğimde, çoğu reklam piyasasında iş bulmuşlardı; çünkü reklam, günümüzde olduğu gibi değildi; hızlı bir şekilde yapılanıyor, büyüyordu. Ve bu insanlar, eli de kalem tutan insanlardı. O yılların birçok reklam sloganını bu tür insanlar geliştirmişlerdir. Şunu da söylemek isterim; o yıllarda kitaplar, elli kuruş, bir liraya satılıyordu, saman kağıdına basılıyordu, Varlık Yayınevi dışında birkaç tane yayınevi vardı. Kitap okuma alışkanlığı bu kadar yaygın değildi. Belirli insanlar alıyor, belirli insanlar tüketiyordu. Türkiye’ye geldiğimde durum böyleydi. Tekerleme, hem İstanbul’un, hem de kafamda film biçimi ile ilgili öğelerin bir araya gelmesidir.

Burak Çevik
İstanbul demişken o zaman biraz da mekânlardan bahsedelim; çünkü filmin ana damarını oluşturan mekânlar; tren garları var, kayıklar var, boğaz var. Hatta film Boğaz Köprüsü’nde açılıyor, diyebilirim. İkinci sekansı öyleydi, yanlış hatırlamıyorsam. Bizim, bugün dahi, hâlâ dolaştığımız, gezdiğimiz mekânlara kameranızı yöneltmişsiniz. Biraz da Şehirfilminizin etkisi ile, İstanbul’u bir dekor olarak kullanmışsınız, diye düşünüyorum. Mekân seçimleri nasıl gerçekleşti, bunun hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

Merlyn Solakhan
Doğu ile Batıyı vurgulamak istiyordum. Ben, bu filmi Almanya’da yaptım. Almanya’dan bakıldığında Türkiye, bir ikinci ya da üçüncü dünya ülkesi gibi bir yerdi. 60’lar oraya göçmüş, ya da göç etmek zorunda bırakılmış konuk işçiler imajı oluşturuyordu Almanya’da. Bu, çok sonradan değişen bir şeydir. Turizmin gelişmesi ile, enformasyonun gelişmesi ile, ekonomik gelişme ile Almanlar, yavaş yavaş, Türkiye’yi tanımaya başladılar. Şöyle bir örnek verebilirim; kızım lisedeyken, arkadaşları diyorlardı ki: ‘Ah, vah, vah! sen bu yıl, yazın yine mi Türkiye’ye gideceksin’. Üniversiteye geçtiği yıllarda ise bu değişti. Türkiye’nin imajı ile ilgili böyle bir dönem yaşandı. Ve ben, filmi yaparken hem İstanbul’a kendi ilgim, hem de, bir şekilde, orada da yankı bulsun, diye içimde bir istek vardı.

Burak Çevik
Peki, filmin o dönemki, gösterildiği zamanki, Berlin’de gösterildi, tepkileri merak ediyorum; çünkü o dönemde Erden Kıral olsun, Yılmaz Güney olsun, politik olarak ön planda, sosyal gerçekçi filmler yapıyorlardı, böyle nitelendirebilirim sanırım, ama sizin filminiz ise politik olarak, ilk bakışta göze çarpmıyor. O nedenle, tepkiler nasıldı, açıkçası merak ediyorum.

Merlyn Solakhan
O güne kadar böyle bir şehir sineması geleneği yoktu. Seyirciler Anadolu’yu tanıyordu. Yılmaz Güney’in sineması da, ağırlıklı olarak, Anadolu’da geçen bir sinemaydı. Erden Kıral’ınki de. Şehir sineması adlı bir kategori yoktu. O nedenle, sanıyorum ki, hiç kabul görmedi, anlaşılmadı. Daha çok sinefiller, sinemaseverler filme yaklaştı. Berlin Film Festivali’nde oynadı, Frankfurt sinemateğinde iki filmim birlikte gösterildi, ama bu çerçevede kaldı. Türkiye’de de gösterilmesi imkânsızdı; çünkü 16mm projektör mevcut değildi. Gösterecek bir sinema yoktu, video gelişmemişti. Ben ilk video filmimi 95 yılında çektim. Zaman ile ilgili böyle bir sıkıntı vardı.

Burak Çevik
Tekerleme’den sonra yaptığınız filme de değineceğim. Burada da bilmeyenler olabilir; film, otuz yıl sonra ilk defa gösterildi, İstanbul’da, Türkiye’de. Filmin bulunuşu, bu denli ilgi görmesi, sizi etkiledi mi, şaşırttı mı, nasıl bir tepki verdiniz içinizde, onu merak ediyorum. Seyircinin tepkisi sizin gördüğünüz kadarıyla nasıldı, onu da merak ediyorum.

Merlyn Solakhan
Gerçekten de çok şaşırdım. Beş ya da altı yıl önce, diyalogları yazan arkadaşım İzzet dedi ki; Mustafa Irgat için bir blog var, filmi oraya da koyalım. Ben de dedim ki; ben de ne telif hakkı var, ne de başka bir şey. O da çok ısrar etti. VHS bir kopya vardı, çünkü elimde kopya da yoktu, o bloga koyuldu, sanıyorum ki Burak da oradan keşfetti. İki gün önce de gösterildi. Gerçekten de kimse sinema salonundan çıkmadı. Ve gençler çok ilgi gösterdi, hatta övdüler. Bilmiyorum estetiği ile mi ilgili, yoksa dönemi canlandırması ile mi ilgilidir; çünkü o dönemi canlandıran çok az şey var. Film, yapıldığı dönemi yansıtıyor, her film ister istemez yansıtır, ama bu tür filmler, zamanla daha da çok bir belge niteliği kazanıyorlar. Ne kadar çok şehri ve etrafı görüyorsanız, o kadar bir belge niteliği taşıyor. Belki de ilgi uyandırmasının sebebi budur.

Burak Çevik
Aranızda filmi izleyen ve bu konuda bir şeyler söylemek isteyen var mı?

İzleyici
Gerçekten de çok güzeldi. Hem eski İstanbul, hem de abartısız oyunculuklar; bizim için değişik bir tarzda çekilmiş bir filmdi.

Burak Çevik
Benim açımdansa, filmi ilk izlediğimde, Straub & Hulliet’in estetiğinin öne çıktığını gördüm, çok şaşırdım. 85’te böyle bir filmin çekilmiş olmasına çok şaşırdım. Filmin jenerik kısmına geldiğimde ise, ses kısmında Manfred Blank ‘ın ismini gördüm. Kendisi de şu an aramızda. Manfred Bey’in ismi Straublar’ın filmlerinin jeneriklerinde de ismi geçen biri. Filmde de, diyaloglarda Straublar’dan bahsediliyor. O noktada da, bir şeyler dönüyor burada, ama ne dönüyor, diyerek meraklanmaya başladım. Ve size ulaştığımda filminizin bitirme tezi olduğunu söylediniz. Hocalarınızın da Straublar olduğunu söylemiştiniz. O noktada aslında birçok taş yerlerine oturuyor. Belki de Straub estetiğinden nasıl etkilendiğinizi anlatmak istersiniz.

Merlyn Solakhan
Dediğim gibi; yönetmenler hem filmlerini göstermeye, hem de bizimle küçük seminerler yapmaya geliyorlardı. Straublar da o yıllarda Berlin’e çok geliyorlardı. Okulumuza da geliyorlardı. Onların sinemasını seviyordum, ama onların bir takipçisi olduğumu söyleyemem. Öyle olsaydı, onların kalıplarını uygulamam gerekirdi. Onların oyuncuları bir gün önce değil; aylar, yıllar önce hazırlanan, rollerini Brechtyen bir biçimde yorumlayan, vurguların nerede yapılacağı, nerede yapılmayacağı belirli olan, çok kurallı bir hazırlanma ile oynayan oyunculardı. Ben ise hiç böyle bir şey yapmadım. Beni bu konuda daha çok etkileyen Jacques Rivette’tir. Kısa bir süre önce vefat etti. Örneğin o serbest çalışmıştır. Onun etkisi vardı. Belki Straublar’ın yaklaşımındaki mesafe, hem oyuncuya hem de peyzaja; o, beni kesinlikle etkilemiştir. O yıllarda bir Stanislavski oyunculuğu istemiyordum.

Burak Çevik
Sonraki yıllarda bu değişti mi?

Merlyn Solakhan
Hayır, değişmedi, ama bu tür kurmacalar da yapmadım. Belgesellerde de, bana uyan bu kuralları, bir şekilde, elimden geldiği kadarıyla yoğurmaya çalıştım.

Burak Çevik
Tekerleme’den sonra nasıl filmler yaptınız? Belgesellerin konuları nelerdi? Belki bunlardan kısaca bahsetmek istersiniz?

Merlyn Solakhan
Anlatayım; okulu bitirdikten sonra, Manfred Blank Tekerlemefilminde akademik danışmanımdı; çünkü okul bir dramaturji danışmanı da veriyordu. O da bir iki yıl önce bizim okulumuzda çalışmaya başlamıştı. Sonra beraber kaldık ve okuldan sonra bir şirket kurduk. Kendi bağımsız filmlerimizi yapmak için. İlk projemiz Berlin televizyonunaydı. Oraya çocuklar için karagöz tekniği ile, üçer dakikalık Nasrettin Hoca hikâyeleri yaptık. Ardından belgesel projelerini kendimiz geliştirip, televizyonlara sunduk. Ve böylelikle on, on beş tane belgesel yaptık. Bitirme filminden sonra, o yıllarda, Onat Kutlar tekrar Berlin’e gelmişti, ve dedi ki; birlikte çalışalım. Bir belgesel yapalım. Ne yapmak istiyorsun, diye sordu. Ben de, Karagöz üzerine bir şey yapmak istiyorum, dedim. Oradan Hayal belgeseli oluştu, onu birlikte yaptık.

Burak Çevik
Hayal, galiba 90 yılında yapıldı ve Berlin’de gösterildi, diye biliyorum.

Merlyn Solakhan
Evet; o da Berlin Film Festivali’nde gösterildi. Onun ardında da, Onat’ın isteği olan bir proje vardı, bana araştırmamı söyledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, biliyorsunuz ki, büyük bir bilim adamı göçü oldu Türkiye’ye. Buraya geldiler, üniversiteler kurdular. Ve buranın gelişmesine çok büyük katkıları oldu. Oradan bir hayvan bilimciydi bu, Kurt Coswick adında, onun üzerine bir şey yapıp, aynı zamanda bu hikâyeyi de anlatmak istedik. Buna hazırlanırken ise, maalesef Onat’ı kaybettik. Sonradan biz bu projeyi devam ettirdik ve bitirdik. Bunlar, genellikle kültürel kanallara, Arte’ye yapılan şeylerdi. Sonra Beyoğlu üzerine, Beyoğlu’nun ana caddesi üzerine kısa bir belgesel yaptım. Topkapı Sarayı’nın harem bölümü üzerine bir belgesel yaptım.

Burak Çevik
Bu belgesellere ulaşabiliyor muyuz?

Merlyn Solakhan:
Evet, artık ulaşabiliyorsunuz. Bunlar hep 16mm olanlar. Dediğim gibi; 95’te, ilk olarak Yaşar Kemal’in bir kitabı üzerine bir film yaptık. Bu ilk videodur. Şimdi, bu ilgi ile birlikte, bunları dijital hale getirmemiz gerekiyor.

Burak Çevik
Şu anda neler yapıyorsunuz? Yeni bir film var mı? Üzerine çalıştığınız bir proje var mı?

Merlyn Solakhan
Hep var. Bazı eski projeler var, tamamlanmamış olan, onlar bazen güncel hale geliyor. Şimdi Yunanistan’la ilgili bir projem var; çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrasında durumu çok tartışıldı. Şu da var; özellikle vizyon filmlerinin ortaya çıkması ile birlikte, devlet televizyonları onlarla bir yarışa girdiler; ve bütün iyi programlarını giderek yok ettiler. Giderek, bu belgesel yayınlarını, gecenin iki ya da üç gibi saatlerine ittiler, sonraysa tamamıyla yok oldular. Aynı zamanda, edebiyat üzerine filmler yapan programlar vardı ve sinema üzerine filmler yapan programlar da vardı. Manfred onlara çok çalıştı. Edebiyat üzerine de çok çalıştı. Onların hepsi teker teker yok oldular. Artık neredeyse hiç yoklar. O oranda da para arayıp bulmak belgeselciler için çok zorlaştı; çünkü bunlar, aynı zamanda kültürel destekle, devletin desteği ile yapılan belgesellerdi. Mutlaka sinemada yer bulma şansı aranıyor; yani onu sinemaya getirecek bir distribütöre gerek var. Distribütörler ise belgesel almakta çok zorlanıyorlar. Böyle ekonomik problemler var. Öte yandan video ile beraber bir demokratikleşme var.

Burak Çevik
Belgeselde mi kalacaksınız, yoksa kurmaca da yapmak istiyor musunuz?

Merlyn Solakhan
Ben böyle bir ayrım yapmıyorum. Ben, belgesel ile kurmaca ayrımı yapmıyorum. Şimdi bunları birbirinden ayırt etmek adına o şekilde belirttim, ama arada bir fark görmüyorum. Her çekilen görüntü bir yorumdur. Yorumun dışında bir şey değildir.

Burak Çevik
Sorusu olan var mı?

İzleyici
Filminizi yaklaşık olarak 1 yıl önce izlemiştim. O nedenle kişisel bir soru soracağım; Türkiye’de sanatsal duyarlılığı kategorik olarak alanlara ayırmadan; plastik sanatlar, sinema, edebiyat gibi; tat aldığınız, size kişisel olarak zevk veren sanatçılar var mıdır?

Merlyn Solakhan
Türkiye’de mi?

İzleyici
Türkiye’de de olabilir, yabancı da olabilir. Siz nelerden hoşlanıyorsunuz, onu merak ediyorum.

Merlyn Solakhan
Çok var tabii ki. Biliyorum ki Türkiye’de çok canlı ve bağımsız bir sinema oluştu. Bu da çok hoşuma gidiyor, ama gençleri çok fazla tanımıyorum. Sinemada gördüğüm, hepimizin bildiği; Nuri Bilge Ceylan’ın, Reha Erdem’in bazı filmlerini çok beğeniyorum.

Burak Çevik
Ufak bir anekdot ekleyeceğim; filmde karakterler Oğuz Atay’dan bahsediyor. Sizi etkileyen yazarlar, hikâyeler nelerdir?

İzleyici
Ayrıca, Hacivat ve Karagöz’e olan ilginiz de ilgi çekici, onun kaynağı nedir?

Merlyn Solakhan
İki şeyden dolayı; birincisi, gölge oyunu olarak soyutluğundan dolayı, bu, benim için sinemanın bir ön alanı; ikincisi de, oyunlara baktığımız zaman, bugünkü hali ile değil, ama orijinal haliyle, bir Alman İslam bilimci Türkiye’de toparlamış ve üç cilt halinde Almanya’da yayınlamış. Ben de belgeselimde bu serüveni anlatıyorum. Sonrasında Türkiye’de yayınlanan bütün oyunlar bu metni esas alıyor. Onları okuduğunuz zaman, ne kadar brülesk, ne kadar serbest öğeler barındırdığını görüyorsunuz. Bizim tanıdığımız Karagöz’den uzak, son derece soyut ve pedagojik olmayan bir tiyatro. Karagözde bir diğer hoşuma giden şey ise kozmopolit karakteri; çünkü İstanbul’da çok oynanan bir oyun ve İstanbul’da birçok ulus bir arada yaşıyor. Anadolu’dan gelenler, Balkanlar’dan gelenler; Rumlar, Ermeniler, Yahudiler. Ve bütün bunların hepsinin figürleri var Karagöz’de. Çok renkli bir oyun. Ve onlarla; giyinişleri, davranışlar, telaffuzları ile dalga geçiliyor, ama bunun arkasında bir kötülük yok.

Burak Çevik
Başka bir soru var mı?

İzleyici
Bu kadar bilgi ve birikimle, ve Türkçeye de hakimiyet ile, Türkiye’de, eğer ki teklif gelirse, bir seminer vermeyi düşünür müsünüz? Olmasını çok isterim.

Merlyn Solakhan
Bu, gençlerin ilgisine bağlı, diye düşünüyorum. Gençler benden bir şey alabilirlerse, ben onlara bir şey verebilirsem, ve ben de onlardan bir şey alabilirsem, güzel olur. Bu, yaptığım filmlerle de olabilir. İlla ki bir seminer vermem gerekmez belki de, bilemiyorum.

Burak Çevik
Ben, başka bir soru yoksa size teşekkür ediyorum. Katıldığınız ve filminizi yıllar sonra tekrar paylaştığınız için, teşekkürler.

Merlyn Solakhan
Ben çok teşekkür ederim.